🌜 Kuantum Düşünce Tekniği Ile Hayatı Değişenler
Bilinenevrende bir varlık aynı anda iki yerde birden bulunamaz, bir yerden bir yere ışınlanamaz veya kolaylıkla enerjiye veya maddeye dönüşme yeteneğine sahip değildir. Kuantum mekaniği keşfedilene dek bilinen gerçek buydu. Kuantum teorileriyle ilgili çalışma yapan bilimadamlarının “kuantum mekaniğini anlamamak” ile
Kanban Tekniğinin Faydaları. · Kanban tekniği ile yapmanız gereken ne kadar iş olduğunu somut bir şekilde görebilir, planlarınızı bu doğrultuda yapabilirsiniz. · Görevlerinizi bir
Kuantumdüşünce tekniği veya Kuantum felsefesi, günümüzün sosyal bilimlerin sosyal olguları açıklamak için kullandığı önemli araç ‘’Constructivism’’ ile benzerlik göstermesi bir tesadüf değildir. Constructivism teriminin temelinde ‘’yapı’’ ‘’inşaa etme’’ ‘’ yapılandırma’’ anlamlarına
Korku,kaygı,öfke, suçluluk duyguları bütün hücrelerimizin beslendiği enerjide azalmalar yol açar. Kuantum Düşünce Tekniği; kendimizi tanımaya, başkalarını anlamaya, evrensel sistemin işleyişini fark etmekten doğan bilgeliğe ulaştırarak beden enerjimizi de düzene sokar. Kişiler daha güçlü canlı ve güzel olurlar.
Bu tür düşünce tekniklerinde “kuantum” kelimesinin kullanılması ise başta teorik fizikçiler ve felsefeciler olmak üzere genel olarak bilim çevrelerini rahatsız etmektedir. Zira kuantum kelimesinin gerçek anlamı ile ilgili uygulamalar arasındaki ilişkinin ne boyutta olduğu ise gerçek anlamda tartışmaya açık bir konudur.
Önemliolan bu parayla ne yaptığımızdır. Daha çok kahkaha, daha çok dostluk, daha çok sevgi, daha çok deneyim ve daha çok hayır üretebiliyorsak işte o zaman zenginiz demektir. Özetle Kuantum Düşünce Tekniği, yaşamın temel amacı olan sevinç duygusunu yüreğimizde hissetmemiz için bize imkânlar sunar.
KuantumNedircom hakkında yapılacak tüm hukuksal Şikayetler [email protected] ile iletişime geçilmesi halinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde KuantumNedir.com yönetimi olarak tarafımızdan gereken işlemler yapılacak ve Avukatlarımız size dönüş yapacaktır.
j6jf. Kuantum düşünce; kişinin, hayatında istediği amaçlara bir bir ulaşmasını sağlar. Öncelikle bizim, olmak istediğimiz kişi haline gelmemizi sağlar”. R. Şanal Günseli “Sıradan düşünceler, insanın kendi kontrolünde olmayan, gelişigüzel, otomatik ve yararsız düşüncelerdir. İnsanın doğumundan başlayarak çevreden aldığı mesajları, oluşan sahte bir benliğin otomatik refleksleri biçiminde cereyan eder. Kişi, bu durumda seyirci gibi davranır. Oysa kuantum düşünce tekniğinde kişi, yaşadığı olaylar ile düşünceleri arasındaki birebir ilişkiyi fark eder; şu anda yaşadığı her şeyin geçmiş inanç ve kabullenişlerinin sonucu olduğunu bilir. Kuantum düşünce, kişinin, hayatında istediği amaçlara bir bir ulaşmasını sağlar. Öncelikle bizim, olmak istediğimiz kişi haline gelmemizi sağlar”. Bu sözler Günseli’ye ait. Gerçekten de korku, endişe gibi düşünceler hayatımıza hiçbir yararı olmadığı gibi pek çok zararı var. Oysa ki Kuantum Düşünce Tekniği; yani “yaratıcı düşünce”, hayatımıza yalnızca olmasını istediğimiz şeyleri getirebilmemizi sağlar. Kuantum Düşünce Tekniği’nin kurucusu R. Şanal Günseli sorularımızı açıklıkla cevapladı. Kuantum Düşünce Tekniği ile hayallerinize kavuşmak mümkün! Bize kuantum düşünce tekniğinin ne olduğunu anlatır mısınız? Kuantum düşünce, kuantum alanını etkileyen düşünce biçimidir. Bu alanı etkilediğinizde, hayatın her alanını etkilemiş olursunuz. Kuantum düşünce, vesvese, kuruntu ve vehimden farklı olarak tepkisel, otomatik bir düşünme biçiminden farklı olarak hücresel düzeyde etkili olan derin inançlarımızın etkilediği düşüncelerdir. İşte kuantum düşünce, yaratıcı ve değiştirme gücüne sahip bu tür düşünceyi temsil eder. Kuantum Düşünce Tekniği de temel düzeydeki bu düşünceleri değiştirmek için uygulanan yöntemleri içerir. Kuantum düşünce ile sıradan düşünce arasında ne gibi farklar vardır, örnek vermek gerekirse nasıl bir örnek verilebilir? Sıradan düşünce, düşük frekanslı düşüncedir. Korku vehim ve güvenlik ihtiyacından kaynaklanır. İnsanın kendi kontrolünde olmayan, gelişigüzel, otomatik ve yararsız düşüncelerdir. İnsanın doğumundan başlayarak çevreden aldığı mesajları, oluşan sahte bir benliğin otomatik refleksleri biçiminde cereyan eder. Kişi bu durumda seyirci gibi davranır. Sanki kendi kafasının içinde kendi kontrolü dışında düşünen bir başkası var. Bu yüzden kişi pasif durumdadır. Ne istediğinden çok, ne istemediğine odaklanır. Sorumluluğu yüklenmekten çok, hep bir başka şeyi suçlamaya yöneliktir. Oysa kuantum düşünce tekniğinde kişi, yaşadığı olaylar ile düşünceleri arasındaki bire bir ilişkiyi fark eder; şu anda yaşadığı her şeyin geçmiş inanç ve kabullenişlerinin sonucu olduğunu bilir. Kişilere ve olaylara takılıp kalmaz. Sebep aramaz, şikayet etmez. “keşke” demez. Sadece geçmişi arındırıp geleceği yaratmakla ilgilenir. Kuantum düşünce, insanın sakin bir uyanıklık durumundayken ürettiği yaratıcı düşüncelerdir. Bu tekniğin pratikte hayatımıza katkıları nelerdir? Pratik olarak kaliteli düşünceler ki bunlar yüksek frekanslı düşünce ile gerçekleşir. Şükür, sevinç, neşe gibi. Hayatımıza aynı biçimde “yüksek nitelikli şeyleri” sokar. Bolluk, bereket, sağlık ve afiyet şeklinde özetleyebileceğimiz bu sonuçlar keyifli bir çabayla kolayca hayatımıza girer. Aynı zamanda beden sağlıklı bir şekilde işler. Çünkü hastalık, düşük nitelikli düşüncelerin ürünüdür. Bir insanda kuantum düşünce tekniği nasıl geliştirilebilir? Kişi önce, gün içinde kullandığı dili inceler. Bunların içinde kendisini geliştirmeyen, ileri götürmeyen, mutlu etmeyenleri ayıklamaya başlar. Bunların yerine pozitif söylemleri koyar; “ben şanssız biriyim” yerine, “her şey beni destekliyor” gibi. Sonra hayallerini amaçlarına göre düzenler. Neyi istiyor ve arzu ediyorsa, sanki onlara şimdiden ulaşmış gibi net ve açık imgelemeler yapar. Nasıl biri olmak istiyorsa, onun gibi davranır. Başlangıçta bu konuda biraz zorlansa bile, sonra yeni düşünce ve tavırlar alışkanlık haline dönüşür. Bilinçaltının olağanüstü gücünü kullanmaya başlar. Sezgilere ve ilhamlara açar kendini. Bilinçaltının uyarılarına ve desteklerine kendini açar. Kuantum fiziği ile bu teknik arasında nasıl bir bağ vardır? Tabii ki bir bağ mevcut. Daha çok Kuantum Fiziğinin bize açtığı anlayış kapısından girmemizi sağlaması bakımından bir ilişkisi var. Ama bu teknik Kuantum Fiziğinin teorik olarak açıklamalarından oluşan bir şey değildir. Teorik bilgiler, her ne olursa olsun; dini, felsefi ya da bilimsel; temel düzeyde bir değişim sağlamaz. Hatta bu bilgiler eğer, egosal bilinç değişmemişse, insanı kendi öz varlığından uzaklaştıran bir güç haline gelir. Ayırıcı ve bölücü bir tavır için zemin oluşturmaya başlar. Örneğin derin bir tasavvuf bilgisine sahip biri, bu bilgiyi alır ve egosal bilincinin kurban tavrı için malzeme yapar. Ya da bir fizikçi sevgi ve bağlılık korkusunu bilimsel bir buluşun teorik açıklamalarına yaslayabilir. Yaptığınız çalışmalarda ve verdiğiniz eğitimlerde, insanlar hayatlarında ne gibi değişimler yarattılar? Bu kişiye bağlı olarak değişiklik gösteriyor mu? Bu teknik sadece bir konuda değişim yaratmaz total bir değişim sağlar. Zaten gerçek değişim bütüncül bir bakış açısından doğan, total bir değişimdir. İnsanın derin düşüncelerini değiştirince hastalıkları iyileşeceği gibi, özel ilişkileri düzene girer ve hayatına daha çok bolluk akar. Örneğin uzun süre pek mutlu olmadığı bir işte düşük bir maaşla çalışan kişi, öz değeri arttığında daha iyi şartlarda iş imkanının hemen yanı başında durduğunu fark eder. Örneğin altmış yaşlarında bir kadının epeyi yüksek olan kan şekeri bu çalışmadan sonra norma düzeye düşmüştü. Eşiyle ayrılma durumuna gelen ve ondan sabah akşam kötü muamele gören genç bir kadın bana şaşırarak şunları anlatıyordu; ” Kocam sanki bana biat etmiş gibi. Gözümün içine bakıyor. Geçenlerde bana bin yüz ytl lik cep telefonu hediye aldı. Benim eski telefonum yüz ytl bedelindeydi. Şimdi bana daha önceleri kendisine niye böyle davrandığını anlamadığını söyledi.” “İşte bu hayatın en büyük sırrı!” dedim ona ve ilave ettim, “Sen hayattan ve insanlardan ne beklersen, insanlar sana onu verir.” Bir başkasının boyun fıtığı bu çalışmadan sonra düzeldi. Üstelik uzun bir süre boyunluk takmış ve fizik tedaviye gitmişti. Eğitim verdiğiniz kişilerde bu teknik kalıcı oluyor mu? Kalıcı olur. Çünkü değişim çok derin düzeyde, hücresel bellek düzeyinde gerçekleşir. Karakteri yeniden inşa eder. Alışkanlığa dönüşür. Temel olarak karakter düzeyinde inşa edilen tutum ve davranışlar kalıcı etki yapar. Ayrıca kendi hayatında aktif ve yaratıcı olabildiğini gören insan yavaş yavaş kendisiyle ilgili büyük bir özgüven geliştirir. Bu süreç adım adım ilerleyen bir gelişme seyri takip eder. Her bir adım kişiye kendi gücünün sınırları konusunda yeni fikirler sunar. Sonunda sınırsız ve sonsuz bir gücü olduğunu fark eder. Çünkü o artık Tanrı’yla birlikte yaratıyordur. İnsanlar bu eğitimi almadan, kuantum düşünce tekniğini kullansa başarılı olabilirler mi? Neyi uygulamış olmaları pek önemli değil. Yeter ki güç, yaratıcılık ve bolluk dolu bir hayatı yaşasınlar. Kendilerini mutla etsinler yeter. Kuantum Düşünce, aslında insanların çoğunun gerçekte böyle yaşamak istemediklerini fark etmekten doğan bir bilgiden de hareket eder. Bunu istiyor gözükebilirler. Bunu söyleyebilirler. Ama doğru değildir bu. Çünkü isteseler yaparlardı! Bu kadar açık ve basit. Tam tersine ters bir mantıkla Nasıl bir mantıksa bu! Örneğin güven içinde olmayı başarısız olmakta bulabilirler. Zaten işin esası bu yanlış stratejiyi terinse çevirecek yöntemi bulmaktır. İşte Kuantum Düşünce bunu başararak kişiye tekrar hakkı olan mutluluğu elde etmesi için gereken imkanı verir. Kuantum düşünce tekniğine “bilinçli olarak” hayatı yaratma diye bilir miyiz? Çok doğru. Çünkü herkes zaten hayatı her an yaratıyor. Neyi yaşıyorsa kişinin kendi yarattığından başka bir şey değildir o. Fakat bu konuda bilinçlenmeye başladığında artık istemediği şeyleri değil, istediği şeyleri yaratıyor. Bu biraz da bir oyuncunun rol yaptığını bilerek oynaması gibi bir şeydir. Siz bir role büründüğünüzde bir süre sonra onu gerçek sanmaya başlarsanız bu kez bir oyuncu değil, bir deli olursunuz! Ve aslında, insanın Tanrısal bir varlık olma gerçeğinin dışında oynadığı bütün dramalar, bir rolden ibarettir. Asıl kendi karakteri Tanrı Gibi olmaktır! Bunu ben söylemiyorum. Tanrının kendisi kitabında söylüyor. “Ben yeryüzünde bir Halife yaratacağım!”diyor. “Yani benim kudretimi paylaşacağım bir varlığı yaratacağım.” diyor Biz tarih kitaplarından halifenin sadece belli kişiler olduğunu sanırdık. Oysa şimdi biliyoruz ki, Hepimiz Halifeyiz. Tasarlayan, isteyen yaratan, onun sorumluluğunu alan ve yeniden yaratan bir varlık. Sadece bunu bilmek bile kırk gün kırk gece kutlamaya değer. Hatta hayatlat boyu. Peki biz ne yapıyoruz? Nasılsın diye soranla ” Eh yuvarlanıp gidiyoruz işte!” diyoruz. Yuvarlanan halifeler! Ne acı. Aynı zamanda NLP eğitmenisiniz, Kuantum düşünce tekniği ile NLP’yi bir arada kullanıyor musunuz? Kullanıyorsanız tekniğin etkisi artıyor mu? Evet kullanıyorum. NLP benim tekniğimi çok güçlendirdi. Çok katkısı oldu. Zaten NLP de başka birçok teknikten beslenmiş bir disiplindir. Hipnoz, Gestalt terapi gibi. Aynı şekilde Kuantum Düşünce de NLP ve Hipnoz’dan ve Aile Diziminden yararlanır. Fakat ana fikir olarak tamamen orijinal bir omurgaya sahiptir. Kuantum Fiziğinin temel prensiplerinin hayata uygulanma biçimidir. NLP yi içine alır, fakat onu aşar ve onu kapsar. Sizce, kuantum fiziğini ve düşünce tekniğini bu kadar ilgi çekici hale getiren nedir? Çünkü bize sınırsız bir dünya sunuyor. Büyülü bir dünyanın kapısını aralıyor. Bizi bir seyirci ve figüran olmaktan, oyuncu olma seviyesine yükseltiyor. Şeylerin hiç de göründüğü gibi olmadığını gösteriyor bize. Aslında Kuantum Fiziği Aydınlanma çağının fiziğidir. Yeni bir perspektif sunuyor, yeni bir bakış açısı. Ve son olarak, “Kuantum Düşünce Tekniği” adında bir kitap yazdınız, kitabınızda bu tekniklerle ilgili bilgiler yer alıyor mu? Bize kısaca kitabınızdan bahseder misiniz? Şimdi yeni bir kitap hazırlıyorum. Bu konuda en son teknikleri ve bilgileri içeren bir kitap olacak adı, “Kuantum Değişim”. Bu kitaplarda Kuantum Düşünce Tekniği içerikleri ve Kuantum Fiziği ile ilgili bilgiler mevcut. Ve bir çok yaşanmış örnek var. Evrensel zekanın kuralları ve kader konusunda bilgiler var. Ayrıca ” Hayatlarımızın En Yüce Amacı”ve “Kuantum ve Kur’an” isimli iki kitabımı daha baskıya hazırlıyorum.
“Yaşamımızın ana amacı nedir?”… sorusunun en mantıklı cevabı muhtemelen “Mutlu olmak” olmalıdır. İstisnasız tüm insanların ihtiyarı genci, fakiri zengini, Londralısı Ankaralısı…ne kadar değişik hayat tarzlarına sahip olursak olalım ne kadar değişik yerlerde yaşarsak yaşayalım temelde ihtiyaçlarımız benzerdir. Fakat gündelik hayat içinde birçoğumuzun sıkıntıya girdiği oldukça mutsuz olduğu adeta aşılması mümkün olmayan bazı sorunları vardır. Bu sorunlar dış etkenlere bağlı olabileceği gibi büyük bir oranda aslında kendi düşünce sistemimizin ortaya çıkardığı sorunlardır. Bu sebeple gerçekte insanoğlu sorunları aşmaya çalışırken en büyük mücadeleyi yine kendisine karşı vermektedir. Karşılaştığımız problem nedenli büyük yada aşılmaz olursa olsun aslında düşünce sistemimizin ortaya çıkardığı ve dolayısıyla da yine beynimizin çözebileceği sorunlardır. Burada esas olan insanın düşünce sistemini değiştirmesi yada sorunu çözebilecek şekilde soruna adapte etmesidir. Bu ise gerçek anlamda zihinsel, bedensel eğitim ve ciddi çalışma gerektirmektedir. İnsanın mutluluk sorunu psikoloji, psikiyatri, nöroloji, felsefe, sosyoloji, fizik…gibi aslında bütün bilimlerin ortak problemidir. Düşüncelerin oluştuğu ve yönetildiği yer olan beynimiz bilindiği gibi yaşamımıza dair olumlu yada olumsuz her olaydan adeta sorumludur. Bu durumda bütün mesele beynimizin işleyiş mekanizmasının çözümlenmesi düşüncelerin nasıl oluştuğunun ve nasıl yönetildiğinin ortaya çıkarılmasıdır. Bu ise sadece nörologların yada tıp biliminin altından kalkabileceği bir sorun değildir. Zaten şuan kadar da bu alanda fazlaca bir yol kat edilememiştir. Aslında insan beyninin ürünü olan düşünce ve eylemler yine o kişinin geçmişte yaşadığı olaylar ve deneyimler tarafından belirlenmektedir. Kişilik dediğimiz kavram tüm bunların bileşkesidir. Geçmişte yaşanılan her olay deneyim yada bilgi, beyin hücrelerinin içinde bir takım protein zincirlerinin oluşmasına yada bir çeşit yolların oluşmasına neden olmaktadır. Bu yollardan daha sonra düşünce oluşumu ve yönetimi esansında elektronik sinyaller rahatlıkla geçerek çeşitli kararların alınmasını yada alınamamasını ve uygulanmasını sağlarlar. Örneğin iğne battığında acı hissini yaşamamızın yada çok sevdiğimiz bir tatlıyı yediğimiz zaman mutluluk hissini yaşamamızı sağlayan bu elektronik sinyal bağlantılarıdır. Bütün bunlar aslında yaşadığımız olaylara beynimizin getirdiği yorumla ilişkilidir ve bu yorum da beynimize yine geçmişte yaşanan olaylar esnasında öğretilmiştir. Örneğin aynı restorana gittiğimizde aynı yemeği yeme eğilimimiz bu şekilde kolayca oluşmaktadır. Sigara içen bir kişinin bir türlü bu alışkanlığından kurtulamamasının nedeni de yine budur. Bütün bu beyinsel aktiviteleri bilimsel açıdan incelediğimizde bütün olup biten yaklaşık 1200 g olan beynimizde bulunan yaklaşık 100 milyar kadar hücre arasındaki çok küçük elektriksel sinyallerin sürekli olarak merkezler arasındaki hareketidir. Düşüncenin oluşumu da bunun eyleme dönüşmesi de tamamen elektronik sinyaller aracılığı ile olmaktadır. Bu sinyaller boyutların çok küçük olduğu mikro evren de gerçekleşmektedir. Mikro evrende uzunluk-6m gerçekleşen bu olaylar yine bu evrenin kurallarıyla ancak gerçekleşebilir. Mikro evreni yöneten yasaları konu alan kuantum fiziği bu alanda yapılacak çalışmaların olmazsa olmazı konumundadır. Zira kuantum fiziği mikro evreni yöneten yasaları aslında 1900 yılından beri araştırmakta ve çok önemli ölçüde de çözümlemiştir. Bu nedenle insan beyninde meydana gelen düşünceler ve bunların yönetilmesi, eyleme dönüşmesi konusu kuantum fiziği yasalarının yönetimi altındadır. Örneğin mikro evrende tünel olayı gerçekleşir, yani bir elektron kendi enerjisinden daha büyük bir enerji barajını aşıp barajın arka tarafına ulaşabilir. Bu kuantum mekaniksel ve mikro dünyaya ait bir olaydır ve her an gerçekleşir. Buna benzer bir çok olay yine kuantum dünyasında şuanda gerçekleşmektedir. Kuantum fiziğinin düşünce dünyamız ve bunun yönetilmesinde nasıl kullanılabileceğine geçmeden önce mikro dünyayı şekillendiren yada yöneten kuantum evreni nin bazı çok temel bulgularına kısaca göz atarsak şunları özetleyebiliriz. 1-Mikro Evrenin Hareketliliği Dinamizmi Kuantum Fiziğinde ve dolayısıyla mikro evrende her şey mutlak anlamda hareket halinedir. Durağan yada statik hiçbir tanecik yoktur. Zaten kuantum fiziği statik sistemlerle ilgilenmez. O halde mikro dünyanın en temel özelliklerinden birisi mikro evrenin dinamik olmasıdır. 2-Mikro Evrende Kesiklilik süreksizlik yada Kuantizasyon Enerjinin aslında sürekli olmadığı fikri ilk kez kuantum fiziğinin en önemli kurucularından biri olarak anılan Max Planck tarafından 1900 yılındaki fizik kongresinde ortaya atılmıştır. Enerji = n h f ….burada n bir tam sayı, h Planck sabiti olarak adlandırılan evrensel bir sabit ve f de frekanstır. Bu düşünce o güne kadar var olan düşünceleri temelden sarsmış ve yeni bir dünyanın yani kuantum dünyasının doğmasına neden olmuştur. Madde yani kütle mikro dünyada kuantizedir yani madde belli noktalarda bulunan atomlardan meydana gelmiştir. Einstein’ın “Enerji ile kütle eşdeğerdir.” E=mc2 ifadesi ile bu fikir birleştirildiğinde enerjinin kuantize olması gerektiği hemen anlaşılabilir. Artık hakkında hiçbir kuşku bulunmayan bu kesin gerçek bizi daha sonra momentum, konum, hız ve açısal momentum gibi bir çok kavramın mikro dünyada kuantize olduğunu keşfetmemizi sağlamıştır. 3- Mikro Evrende Dalga Fonksiyonu Ψ Mikro evrenin kuantize oluşu daha sonra Erwin Schrödinger’i mikro dünyadaki bütün taneciklerin uyması gereken bir denkleme götürmüştür. Bu denklem ünlü Schrödinger Dalga Denklemi’dir. Bu denklemin en önemli yeniliklerinden biri taneciklerin davranışının bir matematiksel fonksiyon Ψ tarafından tanımlanmasıdır. Bu fonksiyonun belirlenmesi ile söz konusu taneciğin bütün özellikleri belirlenmiş oluyor. Bu şekilde Ψ nin devreye girmesi ile bunun karesine eşit olan olasılık yoğunluğu devreye giriyor. Yani parçacıklar uzayın belli noktasında belli bir anda belirli bir olasılıkla var olabilmektedir. Böylece klasik fizikteki determinizm ortadan kalkıyor ve olasılıklar devreye giriyor. Artık hiçbir şey eskisi kadar kesin değil yada hiç kesin değildir. Ancak bazı olasılıklarla tanecikler belli yerlerdedir. Ünlü fizikçi Einstein dahi bu gerçeği kabul etmekte zorlanmıştır ve “Tanrı asla zar atmaz” demiştir. Ancak gerçek odur ki mikro dünyada kesinlik yok ve olasılıklar vardır. 4- Mikro Evrende Heisenberg Belirsizlik ilkesi Olasılıklar fikri daha sonra Heisenberg’i olasılıkların olduğu yerde belirsizlikler de vardır fikrine götürmüş ve kendi adıyla anılan yine çok önemli bir yasa olan belirsizlik ilkesini ortaya koymasını sağlamıştır. Artık yapılan ölçümler kesin değildir. Her ölçümde bir belirsizlik vardır. Eğer siz örneğin elektronun konumunu ve ona bağlı olan hızını ölçmek isterseniz, konumu ne kadar doğru ölçerseniz o ölçüde hızını ölçemezsiniz yada hızını ölçmedeki belirsizlik artar. Bu belirsizlik sadece mikro evrende etkili olabiliyor. Makro evrende belirsizlik çok küçük olduğu için hiçbir etkisi yok biz bunu doğal olarak algılamıyoruz. 5- Mikro Evrenin Dual ikili Yapısı Fizikçileri şaşırtan bir başka çok önemli konuda mikro evrende yada atomik boyutlarda maddenin ve ışığın dual ikili karakteridir. Diğer bir deyişle madde yani tanecik bazen dalga karakterine bazen de tanecik karakterine bürünür. Aynı dual karakter ışık için de net bir şekilde gözlenmiştir. Işık bazen tanecik yani foton gibi bazen de dalga gibi davranır. Ancak ya biri yada öteki duruma hakimdir. İkisi de aynı anda varolamazlar. 6- Mikro Evrende Tünel olayı Kuantum fiziğinin diğer bir çok önemli gözlemi tünel olayı olarak isimlendirilen olaydır. Bu olay bize mikro dünyada örneğin bir elektronun olmaması gereken yerde bulunabileceğini göstermiştir. Klasik açıdan bir elektron kendi enerjisinden büyük bir duvarı aşarak duvarın arka tarafına geçemez. Oysa kuantum mekaniksel denklemler ve gözlemlerimiz göstermiştir ki, bu mikro dünyada her an gerçekleşen olağan bir olaydır. Örneğin elektronik aletlerimizde kullandığımız transistorler de bu olay çok olağandır. 7-Karşılıklı Etkileşim Correspondence İlkesi Kuantum fiziği ile klasik fizik arasındaki ilkeler ve yasalar bu denli çelişkili olduğuna göre acaba nerede ve nasıl bu ikisi kesişebilir diye bakıldığında ise şu sonuç net olarak bulunmuştur. Kuantum fiziği yasalarından klasik fizik yasaları elde edilebilmektedir tümevarım ilkesi. Yani mikro dünyanın verilerinin birleştirilmesi ile makro dünya hakkında bilgiler elde edilebilmektedir. Bu tersinir olmayan bir ilişkidir. Yani makro dünya klasik fizik yasalarından mikro dünya kuantum fiziği yasaları elde edilemez. Yukarıda çok kısaca ifade edilen ve bunlar gibi bir çok bilimsel yasa insan düşüncesinin de üretildiği ve yönetildiği yer olan insan beyninde gerçekleşmektedir. Dolayısıyla insan beyninin işletim sisteminin bu yasalara uymak zorunluluğu açıktır. Normal insan sağduyusu ve mantığı ile çelişen bu bulgular mikro evreni şekillendirdiğinden insan düşüncesini de mutlak anlamda şekillendirmektedir. O halde yapılması gereken şey bu yasaların yardımıyla insan beyninin işleyiş mekanizmasını kuantum fiziği yasaları ile yeniden çözümlemektir. Ancak bu konu o kadar da kolay olamamaktadır. Aslında oldukça farklı ve karmaşık bir çalışma alanına girmiş oluyoruz. Zira insan yaşamını yöneten beyinsel aktiviteler yada kısaca düşüncelerin çözümlenmesi yada yönetilmesi konusu bir çok disiplinin birlikte çalışmasını gerektiren bir konudur. Ancak çözümlemenin beklide en önemli aşamasını, mikro evrendeki kuantum fiziksel yasaların insan düşüncesine uyarlanması oluşturmaktadır. Mikro dünyayı yöneten kuantum fiziksel yasalar ile yine mikro dünyanın ürünü olan insan düşüncesi birleştirildiğinde çok temel anlamda öne çıkan bazı noktalar şunlardır. 1- Düşüncenin Kuantizasyonu İnsan düşüncesi fiziksel açıdan incelendiğinde enerji anlamına gelmektedir. Düşünce, mikro tanecikler olan beyin hücreleri tarafından meydana getirildiğine göre mikro evren in yasalarıyla yönetilmelidir ve kuantize olmak zorundadır. Gerçekte yaşam, beyinde düşünce kuantları nın oluşması ve bunların insan bedenini yönetmesi anlamını taşımaktadır. Herhangi bir düşüncenin yönetilmesi yada yönlendirilmesi o düşünceyi oluşturan çok küçük elemanter parçacıklar olan düşünce kuantlarının yönetilmesi anlamına gelmektedir. Bu olay ise bütün bir düşüncenin kontrol edilmesine oranla çok daha kolay olmalıdır. Çünkü düşünce kuantları enerji miktarı olarak değerlendirildiğinde düşüncenin tamamına göre çok daha küçüktür. Bu anlamda yapılması gereken şey kuantum fiziği yasalarını kullanarak düşünce kuantlarının ortaya çıkışı ve gelişiminin çözümlenerek kontrol edilmesidir. Her hangi bir olay yada konu hakkındaki özellikle olumsuz ve rahatsız edici istenmeyen düşünceler bu şekilde ayıklanarak yok edilebilir ve istendik türden yapıcı ve olumlu düşüncelerin ortaya çıkması sağlanabilir. 2- Düşüncenin Matematiksel İfadesi İnsan düşüncesi bir çeşit enerji olduğuna göre ona eşlik eden ve onu tanımlayan bir matematiksel dalga fonksiyonu yani düşüncenin fonksiyonu olmalıdır. Bu fonksiyon o düşünceye ait her türlü bilgiyi içinde barındırır. Dolayısıyla tespit edilmesi durumunda o düşünceye ait her şey bilinir duruma gelecektir. Özellikle istenmeyen düşüncelere ait fonksiyonların belirlenmesi ile o düşüncenin çözümlenmesi ve ortaya çıkmasının yada yok edilmesinin sağlanması mümkün olabilecektir. Burada önemli olan nokta kuantum fiziği yasaları ile dalga fonksiyonunun bulunmasıdır. 3- Düşüncedeki Tünel Olayı İnsanların yaşamları boyunca karşılaştıkları ve aşılması mümkün olamayan engeller düşünsel ve yaşamsal sorunlar gerçekte özel bir teknik ile yani tünel olayı ile aşılabilir. Bu bir elektronun gerçekleştirdiği tünel olayından asla farklı değildir. Bunun için gerekli koşulların sağlanması ve nasıl yapılacağının kuantum mekaniksel anlamda belirlenmesi gerekmektedir. Böylece üstesinden bir türlü gelemediğimiz yaşamsal sorunlarımızı bu özel teknik sayesinde yeterli enerjimiz olmasa dahi aşabilecek ve yeni ufuklara doğru rahatlıkla yol alabileceğiz. 4- Düşüncede Tümevarım ilkesi İnsan beyninde meydana gelen düşünce kuantları nın birleştirilmesi ile düşüncenin bütünlüğü yani makro düşünceler elde edilebilir. Böylece mikro düşünce kuantları ndan makro düşünce bloklarına geçiş yapılabilir. Bu düşünce blokları doğrudan yaşamımıza ait düşünceleri, kararları, eylemleri kısacası her şeyi kapsamaktadır. Sonuçta insan beynindeki düşüncelerin fizyolojik anlamda çok küçük elektronik sinyallerden meydana geldiği ve dolayısıyla da enerji olduğu gerçeğinden hareketle insan düşüncesinin de kuantize olduğu ortaya çıkmaktadır. O halde sorun bu düşünce kuantlarının kontrol edilmesi ve yönetilmesi sorunudur. Düşüncenin süreksizliği yada kuantize olduğu gerçeğinden hareketle hepimizin sıkıntıya girdiği ve istemediği yada kurtulmaya çalıştığı düşüncelerden ve dolayısıyla da eylemlerden kurtulması mümkün olabilecektir. Bir anlamda insanın mutluluğu bu şekilde ciddi olarak artırılabilir. Ancak bunun için sadece düşünce yönetiminin kuantum mekaniksel teorilerinin geliştirilmesi yetmez, buna ilaveten bu modellerin insana kazandırılması için nasıl bir eğitim sürecinin gerektiği de ortaya konmalıdır. Bu gerçekte ciddi çalışma ve sabır gerektirmektedir. Her şeye rağmen, kısa bir süre sonra insan zekasının harika birikimleri ve kuantum fiziği sayesinde yine insan zekasının ortaya çıkardığı ve insanın mutluluk yollarını tıkayan engeller rahatlıkla aşılabilecektir.
Kuantum Düşünce Tekniği Nedir? Çetin BAL Kuantum düşünce tekniği aslında bir çeşit ÇEKİM YASASI nı ifade eder. Yani düşünceler, uzay ve zaman içinde meydana gelen hayatımızı yani içinde yer alacağımız olayları bu enerji kalıplarını bu olay kalıplarını bize doğru çekerler. Bu bir mıknatısın demir tozlarını çekip şekillendirmesi gibidir. Neyi düşünürseniz onu kendinize çekersiniz. Pozitif düşüncenin önemide burda açığa çıkmaktadır. Bu anlamda kuantum felsefesi insan zihni ile maddi gerçekliği aynı denklemde buluşturan bir bakış açısı sunar ve gözlenen tek bir bütüncül alanın parçası konumuna yükselirler. Kuantum Düşünce üst nitelikli bir düşünme biçimidir. Sıradan düşünce biçimleri kendisini tekrar eden, etkisiz ve sınırlı enerjilerdir. Değiştirme ve oluşturma güçleri yoktur. Daha çok vehim, kuruntu, başıboş hayaller biçiminde akar. Oysa Kuantum Düşünce derin düzeyde, atom altı alanda etkili olabilecek tarzda bir yaratıcı düşünme biçimidir. Özel bir bilinç düzeyine girerek, özel olarak kurgulanmış sözel ve imgesel oluşumları içerir. Bu düzeyde insan, kendi hayatının efendisi durumuna Düşünce daha da ilerisi ortak zeka alanında işlem yapar. Bütün evreni tekamül ettiren enerjiyle işbirliğine girildiğinde siz bir "kişi" olmanın sınırlı olanaklarını aşar, "bütün" ün gücüne ulaşırsınız. O zaman da gücünüz tabii ki bütünün gücüne eşit Teknik Pratik Olarak Hayatımızda Ne Gibi Yararlar Sağlar? Bizim gelişmemiz için gereken bütün araçlar uygun iş, eş, yaşam alanı, ev, bedenimizin sağlığı bu yüksek frekanslı enerjiden nasibini alır. Siz, sınırlayıcı, engelleyici düşünce kalıplarınızı fark edip bunların yerine güçlendirici inançlarınızı koyduğunuzda hayatınız bu yeni inançlarınız doğrultusunda değişmeye başlayacaktır. Sizin için en uygun kişi, en uygun imkan,en uygun zamanda karşınıza çıkacaktır. Yapmanız gereken şey uzanıp onu almaktır. Doğuştan doğal olarak hakkınız olan mutluluğu, bereketi, bolluğu ve sevinci yaşamanıza imkan tanımış olursunuz. Kuantum Düşünce, sağlıklı ve güçlü bir beden için de uygun bir zemin hazırlar. Bizim düşünce ve kabullenişlerimiz direkt olarak bedene etki aslında bir enerji okyanusundan başka bir şey değildir. Korku, kaygı, öfke, suçluluk duyguları bütün hücrelerimizin beslendiği enerjide azalmalara yol açar. Kuantum Düşünce Tekniği; kendimizi tanımaya, başkalarını anlamaya, evrensel sistemin işleyişini fark etmekten doğan bilgeliğe ulaştırarak beden enerjimizi de düzene sokar. Kişiler daha güçlü canlı ve güzel olurlar. Hayat misyonumuzu fark etmek ve ona adım adım ulaşmak yönündeki çabalarımızı destekler. Kendi içsel kodlamanızdaki yapmanız gereken işinizle ilgili ipuçlarını yakaladıkça adımlarınız hızlanır. Kuantum Düşünce kişiler arası iletişimin enderin boyutunu sunar bize. Ortak İnsanlık alanında gerçekleşen bu iletişim, derin ve etkili bir uzlaşma sağlar. Beden dili ve sözel iletişimden daha da öte Kuantum sal İletişimle düşüncelerimizin direkt muhataba ulaştığı bir yöntem geliştiririz. Kuantum Düşünce hayatımıza daha çok bolluk ve bereket çekmemizi de sağlar. Kendimizle ilgili derin içsel vizyonumuzu değiştirdikçe daha çok bolluk hayatımıza akmaya başlar. Genel anlamda zenginlik; sahip olduğumuz şeylerle ruhsal varlığımıza kattığımız değerler arasındaki dengeyi anlatır. Çok paraya sahip olmak tek başına zenginlik işareti olmayabilir. Önemli olan bu parayla ne yaptığınızdır. Daha çok kahkaha, daha çok dostluk, daha çok sevgi, daha çok deneyim ve daha çok hayır üretebiliyorsanız o zaman zenginsiniz demektir. Özetle Kuantum Düşünce Tekniği, yaşamın temel amacı olan sevinç duygusunu yüreğimizde hissetmemiz için bize imkanlar Fiziğiyle Bu Düşünme Tekniğinin Bağlantısı Nedir? Kuantum fiziği, klasik anlamdaki fiziksel maddenin enerjiye dönüştüğü bir alana sokar bizi. O alanda artık atom altı parçacıklar, hızla hareket eden enerji parçacıklarından başka bir şey değildir. Daha da ötesi bu parçacıklar insan düşüncesinin yaydığı enerjiye yanıt verirler. Bu alanı gözlemleyen kişi ile gözlemlediği parçanın birbirinden bağımsız, kopuk şeyler olmadığı çıkar meydana. Düşünceyle enerji, gözlemleyenle gözlenen, iç ile dış, burası ve ötesi arasındaki ayırımlar kalkar. Heisenberg’ in belirsizlik alanı dediği bu alanı, gönderdiğimiz düşünce paketçikleri varlık katar. Belli hale getirir. Kuantum alanının bir noktasına yaptığımız etki bütünü etkiler aynı zamanda. Siz bir şey düşündüğünüzde bundan tüm alan etkilenir. Kuantum Fiziği, fizikle fizikötesinin birbirine karıştığı bir noktanın Teknikten Yararlanarak Hayatlarında Değişiklikler Yaratan Kişilerden Örnekler Verebilir Misiniz? Tabii ! Pek çok var. Çünkü kural hiç şaşmaz Düşünceler hayatımızı oluşturur. En yakın bir örnek bir mimar hanımla ilgili. İşinde hiç memnun olmadığını söylemişti. Ona nasıl bir işte çalışırsa mutlu olacağını sordum, anlatmaya başladı. Bunları bir bir yazdık. Ciddi bir firmanın araştırma ve geliştirme departmanında çalışmak istiyordu. İmgesel olarak bilinçaltına kodladık. Ertesi hafta telefonla müjdeyi verdi. Tam da istediği bölümde iyi bir şirkette hafta başında işe başlıyordu. Buna benzer yüzlerce örnek var. Burada sorun sistemle ilgili değil. Kendilerine yüzde yüz yararlı olacak bu sistemi uygulamak için katılımcıları ikna etmekle ilgili. Belki de bu işe keyifli bir ikna çalışması diyebiliriz. Bir başka çarpıcı örnek de bir öğrenciyle ilgili. Üniversiteye hazırlık yapan bu gencin sınavla ilgili korku dolu düşünceleri vardı. Onunla bir çalışma yaptık. Binlerce kişi arasında o bir yıldız gibi parlıyordu. O kalabalık arasında fark edilmemesi mümkün değildi. Hayalinde sınavı kazanmış hatta üniversite diplomasını alıyor görmesini sağladık. Bu sınavın hayatının bir çok önemli günlerinden sadece biri olduğunu ama tek belirleyici olay olmadığını tespit ettik. Bütün bunlar zihin özel bir algılama düzeyindeyken gerçekleştirildi. Bu genç üçüncü kez sınava giriyordu ve artık dördüncü bir şansı yok gibi gözüküyordu. Tabii ki daha sonra onun sınavı kazandığına dair telefon aldım. Yine başka ilginç örnek tıp fakültesinde okuyan bir öğrenciyle ilgili. Arkadaşlarının ve rektörünün okulda yaptığı klüp çalışmalarını yeteri kadar desteklemediğinden şikayet etmişti yana yakıla. Ona göre okul rektörü tuhaf biriydi. Bir konuda görüş almak için odasına girdiğinde onun hiç yüzüne bakmıyor, tersliyor ve isteklerini görmezden geliyordu. Sonra bu gençle bir seminer programında özel bir çalışma yaptık. Bir hafta geçmeden yüzünde güller açarak beni ziyarete geldi. Kız arkadaşıyla sinemaya gitmişlerdi oradan geliyorlardı. Tuhaf şeyler olmuştu doğrusu. Rektör birden huy değiştirmişti. Karşılıklı oturup konuşmuşlar ve çok sıcak bir iletişim kurmuşlardı. Daha önce bir türlü yerine getirilmeyen okulun bilgisayar kulübüyle ilgili bir isteği daha o söylemeden rektör tarafından karşılanmıştı. Bu süreç nasıl işliyor?Yani nasıl oluyor da sizin yaptığınız bu çalışmadan Rektörün ve kız arkadaşın haberi oluyor? Güzel bir soru. Bizim bilinçaltı düzeyde oluşturduğumuz yeni bir program Birleşik Alanında bir etki yapar. Bu düzeyde zaman ve mekan farklı bir biçimde işler. Bu alanda her şey Şimdi ve Burada durumunu yansıtır. O yüzden düşünceler mucizevi sonuçlar doğurur. Alan bir tür bilgi okyanusu gibidir. Okyanusun bir damlasındaki değişim diğer tüm damlaları katılımcılarda kalıcı bir etki yaratıyor mu? Bu biraz da kişilerin konuya verdikleri önemle ilgili bir şey. Ama alışkanlık haline gelmiş, içselleştirilmiş bir davranış tabii ki kalıcı oluyor. Kuantum düşünce öğrenmeden çok yapmaya, bilmeden de ileri olmaya yönelik bir çalışmadır. İçsel olarak yaratılmış değişimler kalıcı olacaktır kuşkusuz. Kişi düşünceleri ve seçimleri ile hayatı arasındaki ilişkiyi gördükçe farkındalığını artırır. Böylece bilerek yaşamaya başlar. Böylece kendi hayatının efendisi Düşünce Nerede Kullanılır? Kimler Yararlanabilir? Bir eğitmenseniz; öğrencilerinize uygun öğrenme modelleriyle çabuk, kalıcı ve zevkli bir eğitim yapabilirsiniz.. Bir öğrenciyseniz; çabuk, kalıcı ve keyifle öğrenen, öğrendiklerini unutmayan, hayatın tadını çıkarmasını bilen, kendinden memnun bir çocuk yada genç olabilirisiniz.. Bir iş insanı iseniz; amaçlarınıza ve hedeflerinize kolayca ve çevrenizdeki insanlarla işbirliği içinde ulaşabilirsiniz. Bir sanatçıysanız; yaratıcılığınızı daha çok arttırabilir, kalıcı ve etkili eserler üretebilirsiniz.. Bir baba yada anneyseniz; ailenizde hoşgörü ve anlayışa dayalı iletişimin sırrını öğrenebilirsiniz…. Bir hekimseniz sağlığın kuantum boyutundaki sırlarını öğrenebilir, modern tıpla kuantum iyileşme tekniğini birleştirerek harika sonuçlar elde edebilirsiniz... Hayat amacınızın ne olduğunu öğrenebilir ve kendi özel amaçlarınız ve planlarınız doğrultusunda güçlü ve motive olmuş bir biçimde ilerleyebilirsiniz. Sorunların gerisindeki anlama bakıp, onların içindeki çözümü görebilirsiniz. Sizi yoran insanlarla şaşırtıcı bir biçimde özel bir iletişim modeli geliştirebilirisiniz. AYDINLANMA NEDİR? Bir dilenci otuz yıldır bir yol kenarında oturmaktadır. Bir gün onun önünden bir yabancı geçer. Dilenci eski şapkasını mekanik bir biçimde ona uzatarak, "Allah rızası için bir sadaka," der. "Benim sana verecek hiçbir şeyim yok," der yabancı. Sonra, "Sen neyin üzerinde oturuyorsun?" diye sorar. "Hiçbir şey," diye yanıtlar dilenci. "Sadece eski bir sandık. Kendimi bildim bileli onun üzerinde oturuyorum." "Onun içine hiç bakmadın mı?" diye sorar yabancı. "Hayır," der dilenci. "Niye bakayım ki, onun içinde hiçbir şey yok." "Sen yine de bir bak," diye ısrar eder yabancı. Dilenci yerinden kalkar ve biraz uğraştıktan sonra sandığın kapağını açmayı başarır. Ve o, şaşkınlık ve sevinç içinde sandığın altınla dolu olduğunu görür. Ben size verecek bir şeyi olmayan ve size içinize bakmanızı söyleyen o yabancıyım. Bu meselde olduğu gibi herhangi bir sandığın içine değil, çok daha yakın bir yere, kendi içinize bakmanızı söyleyen biri… "Ama ben dilenci değilim ki," dediğinizi işitir gibiyim. Gerçek serveti, yani Var'lığın ışık saçan sevincini ve ona eşlik eden derin, sarsılmaz huzuru bulamamış olanlar, büyük bir maddi servete sahip olsalar dahi, dilencidirler. Onlar haz ve doyum kırıntılarını, onaylanmayı, güvenliği ya da sevgiyi dışarıda aramaktadırlar, oysa onların içinde sadece bu şeyleri içeren değil, dünyanın sunabileceğinden sonsuz derecede daha büyük bir hazine vardır. Aydınlanma sözcüğü insan üstü bir başarı fikrini çağrıştırır ve ego bunu böyle tutmayı sever; oysa aydınlanma sizin Var'lık ile bir'liği hissetmenizden, bu doğal halinizden başka bir şey değildir. O, ölçülemez ve yok edilemez bir şeyle, aslında siz olan, ama yine de sizden çok daha büyük bir şeyle birlik halidir. O ismin ve formun ötesinde bulunan gerçek doğanızı bulmaktır. Bu birliği hissedememe, kendinizden ve çevrenizdeki dünyadan ayrı olduğunuz illüzyonuna yol açar. O zaman siz kendinizi, bilinçli ya da bilinçsiz olarak, tecrit olmuş bir parça olarak algılarsınız. Bu durumda korkuya kapılırsınız ve içinizde ve dışınızda yaşadığınız çatışma normal haliniz haline gelir. Ben Buda'nın aydınlanmayı basitçe "ıstırabın sonu" olarak tanımlayışını severim. Bunda insan-üstü bir şey yoktur, öyle değil mi? Kuşkusuz, bu eksik bir tanımlamadır. O bize sadece aydınlanmanın ne olmadığını söyler; yani ıstıraplı bir hal olmadığını. Ama artık ıstırap yoksa geriye ne kalmıştır? Buda bu konuda sessiz kalmıştır ve onun sessizliği bunu bizim bulmak zorunda olduğumuzu ima eder. Buda, olumsuz bir tanımlama kullanmıştır ki zihin onu inanacak bir şey haline, ya da insan-üstü bir başarı haline, erişmemizin olanaksız olduğu bir hedef haline getiremesin. Onun bu basiretli yaklaşımına karşın, Budistler'in çoğu hala aydınlanmanın Buda için olduğuna, -en azından bu yaşamda- kendileri için olmadığına inanır. Var'lık Nedir? Var'lık doğuma ve ölüme tabî sayısız yaşam formunun ötesindeki sonsuz, ve daima-var olan Bir Tek Yaşamdır. Bununla birlikte, Var'lık sadece her formun ötesinde değil, aynı zamanda her formun derinliklerinde de bulunur, çünkü o her formun en içteki, görünmez ve yok edilemez özüdür. Bu onun sizin en derin benliğiniz, gerçek doğanız olduğu ve sizin ona ulaşabileceğiniz anlamına gelir. Onu zihninizle kavramaya calışmayın. Onu anlamaya çalışmayın. Siz onu ancak zihin sessizleştiğinde bilebilirsiniz. Siz orada mevcutken, dikkatiniz tam ve yoğun bir biçimde Şimdi'de bulunurken, Var'lığın farkındalığını yeniden kazanmak ve o "hissetme-idrakinde" kalabilmek aydınlanmadır. Eckhart Tolle'nin "Şimdi'nin Gücü" adlı kitabından alınmıştır. Felsefe Berk Yüksel - - 1048 "Sapiens pol ipse fingit fortunam sibi." Plautus “Bilge, kendi mutluluğunun efendisidir.” “Aydınlanma nedir?” sorusu var oluşun anlamını arayan akil insanlar tarafından tarih boyunca sorulmuştur. Bu insanlar karşılaştıkları zorluğa ve toplum tarafından dışlanmalarına karşın, kendilerini yalnızca bir yanıt bulmaya adamışlar ve birçoğu yaşamlarını bu yolda insanlık için feda etmişlerdir. Onların zahmetli arayışları “Kendini bilmeye, evreni bilmeye ve bilgiye duydukları açlık tarafından yönlendirilmiştir. Sorulan soruların bazıları “Ben kimim? Neden buradayım? Nereye gidiyorum? Yaşamın anlamı nedir?”dir. Aydınlanma felsefesi genel olarak insanın kendi yaşamını düzenlenmesini yeniden gündeme almış, hem düşüncenin hem de toplumsal yaşamın köklü değişimlere uğrayacağı bir sürecin fikirsel ve felsefi başlatıcısı olmuştur. 18. yüzyılın sonlarına doğru meydana gelen Fransız devrimi ve ardında gerçekleşen modernleşme süreçleri, düşünsel anlamda etkilerini ve kaynaklarını aydınlanma felsefesinde bulmaktadır. Rönesans ve reformlarla başlayan bu gelişmeler, aydınlanmacılıkla doruğuna varmış ve buradan itibaren Modernleşme denilen sürecin oluşumunu hazırlamıştır. Bu süreç aydınlamacılıkta ifadesini bulan köklü bir zihin değişikliği anlamına gelmektedir. Din merkezli toplumsal yapının ve düzenlemelerin yerini bu süreçte akıl merkezli toplumsal düzenlemeler arayışı alır. Bu mutluluk ve özgürlük yolunda sonsuz bir ilerleme idealidir. Laiklik, aydınlanma felsefesinin ve genel anlamda aydınlanmacılığın her tür girişiminde temelidir. Kant, aydınlanmacılığı, "aklı kullanma cesareti" olarak tanımlar. Aydınlanma Çağı, aklı kurucu ilke olarak benimseyerek, tüm toplumsal yaşamın ve düşünüşün buna göre şekillendirilmesine yönlenilen dönemdir. Kant’ın "Aydınlanma nedir?" yazısının bazı öne çıkan bölümleri şöyledir “Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır “Sapare Aude!” “Aklını kendin kullanmak cesaretini göster!” sözü aydınlanmanın parolası olmaktadır.” “Doğa, insanları yabancı bir yönlendirilmeye bağlı kalmaktan çoktan kurtarmış olmasına karşın, tembellik ve korkaklık nedeniyledir ki, insanların çoğu bütün yaşamları boyunca kendi rızalarıyla erginleşmemiş olarak kalırlar ve aynı nedenlerledir ki bu insanların başına gözetici ya da yönetici olarak gelmek başkaları için de çok kolay olmaktadır. Ergin olmama durumu çok rahattır çünkü. Benim yerime düşünen bir kitabım, vicdanımın yerini tutan bir din adamım, perhizim ile ilgilenerek sağlığım için karar veren bir doktorum oldu mu, zahmete katlanmama hiç gerek kalmaz artık. Para harcayabildiğim sürece düşünüp düşünmemem de pek o kadar önemli değildir; bu sıkıcı ve yorucu işten başkaları beni kurtaracaktır çünkü. Başkalarının denetim ve yönetim işlerini lütfen üzerlerine almış bulunan gözeticiler insanların çoğunun, bu arada bütün latif cinsin ergin olmaya doğru bir adım atmayı sıkıntılı ve hatta tehlikeli bulmaları için gerekeni yapmaktan geri kalmazlar. Önlerine kattıkları hayvanlarını önce sersemleştirip aptallaştırdıktan sonra, bu sessiz yaratıkların kapatıldıkları yerden dışarıya çıkmalarını kesinlikle yasaklarlar; sonra da onlara, kendi kendilerine yürümeye kalkışırlarsa başlarına ne gibi tehlikelerin geleceğini bir bir gösterirler. Oysa onların kendi başlarına hareket etmelerinden doğabilecek böyle bir tehlike gerçekten büyük sayılmaz; çünkü bir kaç düşüşten sonra bunu göze alanlar sonunda yürümeyi öğreneceklerdir, ne var ki bu türden bir örnek insanı ürkütüverir ve bundan böyle de yeni denemelere kalkışmaktan alıkoyar.” “Demek oluyor ki her birey için nerdeyse ikinci bir doğa yerine geçen ve temel bir yapı oluşturan bu ergin olmayıştan kurtulmak çok güçtür. Hatta insan bu duruma seve seve katlanmış ve onu sevmiştir bile; işte bu yüzden o, kendi aklını kullanma bakımından gerçekten de yetersizdir; çünkü onun böyle bir deneyi gerçekleştirmesine asla izin verilmemiştir, o aklını kullanmayı denemeye hiç bir zaman bırakılmamıştır. Dogmalar ve kurallar, insanın doğal yetilerinin akla uygun kullanılışının ya da daha doğru bir deyişle kötüye kullanılmasının bu mekanik araçları, erginleşme ve olgunlaşma için sürekli bir ayak bağı olurlar. Biri çıkıp yürümeyi köstekleyen bu zincirleri atsa da, en dar hendekten bile hemen öyle pek kolayca atlayamaz; çünkü o henüz kendisine güven duyarak bacaklarını özgürce hareket ettirmeye daha alışamamıştır. İşte bundan dolayı da ruhlarını, zihinsel yanlarını kendi başlarına işleyip kullanarak ergin olmayıştan kurtulan ve güvenle yürüyebilen, pek az kişi vardır.” “Oysa buna karşılık, kitlenin kendi kendisini aydınlatması daha çok olanak taşır; hatta ona özgürlük, yani özgür olma hakkı tanınırsa bu durumun önüne geçilemez de. Çünkü yığının içinde, kamuda -vasiler arasında bile- bağımsız düşünebilen bir kaç kişi her zaman bulunacaktır; bunlar önce kendi boyunduruklarını atacaklar, sonra da insanın kendindekini akıllıca değerlendirmesi yanında bağımsız düşünmenin kişi için bir ödev olduğu anlayışını çevrelerine yayacaklardır. Ama eskiden kitleyi boyunduruk altına sokan ve kendileri de aydınlanmaya öyle pek layık olmayan ve hak kazanmayan gözeticilerden bir kaçı şimdi çıkıp da kitleyi boyunduruktan kurtulmaları için kışkırtırlarsa, öteki gözeticiler bunları 'boyunduruk altında kalmaya zorlarlar; önyargıları yerleştirmenin işte böyle zararları vardır ve bu önyargılar kendilerini yayanlardan sonunda öçlerini alırlar. Bundan dolayı kamu ancak yavaş yavaş aydınlanmaya varabilir. Gerçi devrimler ile bir 'baskı rejimi, kişisel bir despotizm, bir zorbalık yönetimi yıkılabilir; ancak yalnız bunlarla, düşüncelerde gerçek bir düzelme, düşünüş biçimlerinde ciddi bir iyileşme elde edilemez; tersine, bu kez yeni önyargılar, tıpkı eskileri gibi, düşüncesiz yığına, kitleye yeni birer gem, yeni birer yular olurlar.” ”Aydınlanma için özgürlükten başka bir şey gerekmez ve bunun için gerekli olan özgürlük de özgürlüklerin en zararsız olanıdır Ne var ki her yandan “Düşünmeyin! Aklınızı kullanmayın!” diye bağırıldığını işitiyorum. Kendi aklının kitle önünde, kamuoyu önünde ve hizmetinde serbestçe ve açık bir biçimde kullanılması her zaman özgürce olmalıdır ve yalnızca bu tutum insanlara ışık ve aydınlanma getirebilir.” “Şimdi acaba aydınlanmış bir çağda mı yaşıyoruz? Sorusu sorulunca, yanıt şöyle olacaktır Hayır, aydınlanmış bir çağda değil, fakat aydınlanmaya giden bir dönemde, 'bir aydınlanma döneminde yaşıyoruz. Şimdiki zamanlarda olduğu gibi, insanlığın bir bütün olarak, başkasının rehberliği olmaksızın, dinsel konularda kendi aklını iyi bir biçimde ve güvenilir bir şekilde kullanması durumunda olması ya da bu duruma getirilebilmesi için katedilecek daha çok yolumuz var. Fakat bu yönde özgürce çalışmak için şimdi onların yolunun temizlenip aydınlatıldığına ilişkin farklı göstergelere sahibiz; böylece evrensel aydınlanmaya giden yoldaki engeller, insanın kendi suçu ile düşmüş bulunduğu bu ergin olmayış durumundan kurtuluşu ile ilgili güçlükler yavaş yavaş da olsa giderek azalmaktadır. İşte bu bakımdan çağımız bir aydınlanma çağıdır.” “Aydınlanmanın yani insanın kendi kabahati sonucunda karşı karşıya bulunduğu olgun olmayış ya da kendi sorumluluğu sonucu düştüğü ergin olmayış durumundan kurtuluşunun odak noktası olarak din konularını belirlemeye çalıştım. Çünkü din bakımından ergin olmayış her şeyden daha çok tehlikeli ve zararlıdır.” “Aydınlanma, aklı her yönüyle ve her bakımdan çekinmeden kitlenin önünde apaçık olarak kullanmak özgürlüğüdür.” denir. Aydınlanma farklı bir bakış açısından hakikat ile aramızdaki perdelerin kalkmasıdır. Akil birey, eğer zamanını mükemmel bir biçimde değerlendirebilirse yaşarken bir güneş gibi doğabilecek ve insanlığa da faydalı olacaktır. Bu aydınlanma ve aydınlatma insan ruhuna, zekâsına ve vicdanına nüfuz edeceği için hiç gölge bırakmadan her yerde olacaktır. Aydınlanma bir nevi uyanıştır. Yeni bir “ben”e “merhaba” deyiştir. Yaşarken yenilenme, değişme ve gelişmedir. Hermesçiler, kendilerini bütün varlıklarla birlik halinde görürler. Onların elde ettikleri aydınlanma, onlara evren ile ortaklık şuurunu getirir. Hermes diyor ki "Osiris semadadır, fakat Osiris aynı zamanda her insanın kalbindedir. Kalpteki Osiris, semadaki Osiris’i tanırsa o zaman insan tanrısal bir ermiş olur ve parçalanan Osiris tekrar toplanır." İnsanın kendine dayattığı toyluğun, ancak ölümden sonraki bir ruh göçü yolculuğu sırasında aşama aşama değişime uğrayacağına inanan Mısırlılar, gelinen her aşamada yeni bir bilinç düzeyine erişildiğine inanıyorlardı. Hermes, onu izleyenlere yaptığı her konuşmanın sonunda şöyle demekteydi "İnsanlar ölümlü tanrılar, tanrılarsa ölümsüz insanlardır. Nur sizsiniz ve bu nur daima parlasın." Ermişlerin ermişi Hermes'in öğrencilerine öğüdü ise şöyledir "İlim kuvvetin, iman kılıcın, sukut da delinmez zırhın olsun. Hakikati herkesin anlayış derecesine göre açıkla. Ruh üstü örtülü bir nurdur ki ancak Aşk ile ebedi olarak parlar; aşksız ise sönüp gider." Goethe ise şöyle der "İnsanlara oldukları gibi davranırsak, oldukları gibi kala kalırlar. Ama onlara olmaları gerektiği gibi davranırsak, olabileceklerinin en iyisi olurlar." Aydınlanmayı hayatlarında deneyimlemiş ve bu yolda yolcu olmaya karar verip eyleme geçen bireyler için hedeflenen bir varış noktası yoktur. Hedef yolun kendisidir. Bir noktaya ulaşıp orada yok olmak yani hiçlik hedef değildir. Zaten doğu öğretilerinde “Nirvana’ya ulaşmak” sönmek anlamında kullanılmaktadır. Bu büyük günahların insan yüreğinde yaktığı ateşin sönmesi demektir. Nefsine hâkim olmaktır. Nirvana’ya ulaşmak yok olmak değil, tam tersine ölümsüzlüğe ve sonsuzluğa erişmektir. Kadim öğretilerde yöntem ise iki sütun arası “Orta Yol”dur. “Başkalarını anlamak bilgeliktir. Kendini anlamak aydınlanmadır.” der Lao Tse. Mısır öğretilerinde aydınlanma “id”’in Amon Ra’ya ulaşmasıdır. Farklı ezoterik disiplinlerde “Nirvana” “Yeniden Doğuş”, “Aydınlanma”, “Kalp Gözünün Açılması”, “Arınma” ve “Kavuşma” gibi değişik adlarla tanımlanan ezoterik dönüşümdür. “Ne biliyoruz ki!” isimli kuantum fiziği ana temalı kurgu belgeselde şöyle geçer “İçimizde olan dışımızda olanı yaratacaktır. Soru sormaya, yaşamını sorgulamaya, düşünmeye başlayınca, tamamıyla yeni bir kavrama bağlanırız! Bu da sonuçta bizi içten dışa değiştirir. Ben sandığımdan daha fazlasıyım. Hatta bundan da fazlası olabilirim. Çevremi, insanları etkileyebilirim. Siz hiç, kendinizi bir başkasının gözlerinden gördünüz mü? Ne aydınlanma ama!” “Siz hiç, bir an öylece durup da nihai gözlemcinin gözleri ile baktınız mı kendinize ?” Aydınlanma metodolojisinde temel farklılardan biri şöyledir. Örneğin Budist yolu, içe çekilme yoluyla aydınlanma esasına dayalı bir ezoterizm iken, Batı ezoterizmi dışa da hâkim olunması temeline dayanarak hem içeriyi hem dışarıyı hem aşağıyı hem yukarıyı kapsayan bir tarzı benimser. Zerdüşt’e göre ruhlar ölümsüzdür, bu ölümsüzlük tanrısal öze ortak oluşu yüzündendir. Bu görüş Müslümanlıkta “Vahdet-i Vücud” ilkesinin de temeli olmuştur. Zerdüşt şöyle der “Cahil insan, Ahura Mazda’nın katına ulaşamaz. Bilgi, insanın gönlünü aydınlatan tanrısal bir ışındır ve sevgi ile biçimlenen bir mutluluk unsurudur. Mutluluk kişinin aydınlanması ve karanlığın etkisinden kendini kurtarmasıdır. Mutluluğu sağlayan sevgi ile yaratıcılık birbirlerine gereksinim duyar. Çünkü sevgi ile yaratıcılık birbirlerine gereksinim duyar ve birlikte var olurlar.” Amaç sevgi ve bilgi sütunları üzerinde güçlü bir şekilde iyi, doğru ve güzel düsturları ile yenilenmek, yaşarken gelişmek ve daima ilerlemektir. Tüm kadim öğretiler hikmete dayalı, avama kapalıdır ve öğretilerin hedefleri bilgeliktir. Bilgeliğe ise, içsel özgürlüğe, yetkinliğe ve bütünlüğe kavuşmakla erişilebilir. O bir arayıştır. Hakikati, Platon’un dediği gibi “bütün ruhunla” aramak gerekir ve ruh bu arayıştan başka bir şey değildir. Şeyh Galip şöyle der “Özüne hoşça bak, Çünkü evrenin gözü sensin, Sen bütün varlıkların gözbebeği olan, İnsanoğlusun” Aydınlanma, "tin"in olgunlaşması, kendini bulmasıdır. İradesine, nefsine sahip çıkması ve kendi iradesiyle aklını yönetebilmesi, duygularının efendisi olmasıdır. Aydınlanmak aynı zamanda özgürleşmek demektir. Aklın zincirlerini koparıp özgürlüğüne kavuşmasıdır. Bu da insanlığın tekâmülü, ilerlemesi ve gelişmesi demektir. Nietzche, kendimize yapmamız gereken yolculuğumuzun zorunluluğunu şöyle açıklıyor "Hayat, bana şu sırrı verdi Bak dedi bana, ben her zaman kendi kendini aşması gereken şeyim." Farabi şöyle devam eder “Erdemlerin en büyüğü bilimdir” Miguel de Unamuno ise şöyle sonlandırır “En zor bilim de kendini bilmektir” “Akıl”, “birey” ve “bilgi” gibi üç ana öğeye dayanan aydınlanma düşüncesi, bireyi bilgi ile donatmayı ve yaşamın kurallarını, ilkelerini akıl ile bulmayı, ona göre davranmayı amaçlamaktadır. Laplace XVIII. yüzyılda şöyle der "Hiçbir şey belirsiz olmayacaktır ve gelecek geçmiş gibi gözlerimizin önünde hazır olacaktır." Aydınlanma, bir birikim sonucu oluşur ve yola koyulduktan sonra da bir ömür boyu devam eder. Bazı kontrolsüz, dağınık insan tipleri vardır ki her şeye “O nasıl yapılacak, yapılamaz, söylemesi kolay, imkansız, ancak çok güçlü biri yapar, ama, fakat ile devam eden cümleler, vs...” gibi olumsuz şekilde yaklaşır. Bu tip sarmallarda kalmaya âşık, karar alıp fiiliyata geçirme özürlü bu insancıkları, vesveseli döngülerinde rahat bırakıp kendi yolunda ilerlemek gereklidir. Burada tekrar o sözü hatırlayalım "Sapare Aude!" yani “Aklını kullanma cesaretini göster!” Asıl olan bilmektir Yüzyıllar boyu zincirlere vurulup, dogmanın zindanlarında tutsak olan özgür insan düşüncesi artık örümcek zihniyetli karanlık insanların hegemonyasından kurtulmuştur ve tekrar o eski günlere dönmeyecektir. Hegel'in de dediği gibi tarih hep ileriye ve gelişmeye doğrudur. Ayak sürüyenler, geriye döndürmek isteyenler olacaktır. Ezoterik öğretilerde “Şövalye” sembolünde hayat bulan aydınlık yolda yürüyen hem fikir hem de eylem adamlarına düşen cesaretle aydınlanmanın kurucusu, yayıcısı ve bekçisi olma konumunu savunmaktır. Bağnazlıkla, boş görüşlerle mücadele etmek karanlığa karşı taraf olup görevimizi biran bile düşünmeden yerine getirmektir. Ülkemizde 18. Yüzyıl aydınlanmasının ışığı Atatürk Devrimlerinin gerçekleştirilmesi ile mümkün olabilmiştir. Aydınlanmanın ışıklı yolunun vazgeçilmez tamamlayıcısı ise laiklik ilkesidir. Aydınlanma, insanın insan olma bilincidir. O, sorumluluk ve görev bilinci ile yaşanan bir hayat demektir. Sadece kendi için yaşama lüksünden sıyrılıp insanlık için çalışmak demektir. Aydınlanmak, okumak, bilmek, bilgi peşinde olmak ve zor olan yolu seçmektir. Emek harcamaktır. Bu yolu seçmeyen büyük kitleler ise bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma cüretini de göstererek maalesef “Bunlar elitist, herkese tepeden bakıyorlar, vs...” şeklinde ciddi komplekslerle akil insanlara ateş püskürerek hareket etmektedirler. Bu kitleler bireysel aydınlanmayı yaşayamadıklarından, gerekli eğitimi içselleştiremediklerinden bu tepkileri göstermektedirler. Zamana uyum sağlayamayan, hızla değişen dünyaya ayak uyduramayan, teknoloji ile bağını koparan bireylerin bu yeni çağda varolma şansı yoktur. Bireysel aydınlanma bilim, akıl ve kontrollü sezgiyi kullanarak, ilk önce kendinden başlayarak insanlığa uzanan aydınlanma ışığını yaşamaya ve yaymaya gayret etmektir. Yaşadığımız “Bilgi Çağı”’nın gereğinin yapılmasıdır. Bu yolda fikren olduğu kadar ruhen de aydınlanmaya gayret olunur. Yolda olan “havass”ın sahip olduğu ışık akıl, esas enstrümanı ise bilgidir. Son günlerde ülkemiz aydınlarının ortak hislerini Fazıl Say “Benim hayallerim, benim rüyalarım söndü.” diyerek dile getirmişti. Bu, aydınlanma devriminin yetiştirdiği gerçek bir sanatçının haykırışlarıdır. Bizlere düşen görev Bekir Coşkun’un “Göbeğini kaşıyan adam”’ını “Başını kaşıyan, düşünen adam”’a dönüştürmektir. Karanlığa giden bir yolda olduğumuz hissiyatı ile yaşayan aydın bireyler sayısının gitgide arttığı günümüzde şu evrensel yasa hiçbir zaman unutulmamalıdır “Her keder daima kurtuluşla sona erer!” Nietzsche bir eserinde şöyle der “Her zaman uzağa, daha uzağa uçan bu cesur kuşlar elbet ki bir an gelecek, daha ileri gidemeyecekler. Bir seren direğine veya bir kısır resif kayalığına dönüp kalacaklar. Ama kim çıkıp ta artık onların önlerinde sonsuz ve serbest bir yol kalmadığını söyleyebilir? Kim uçabildikleri kadar uçtular diyebilir?” Varoluşun Kuantum Boyutu Prof. Dr. Metin Arık Boğaziçi Üniversitesi Fizik Bölümü Öğretim Üyesi Söyleşiyi Gerçekleştiren Ethem Kocabaş Nöro Eğitim ve Psikolojik Danışmanlık Merkezi Evrendeki her şey insanlar, nesneler, çiçekler, hayvanlar, su, gibi var olan her şeyin aslında atomlardan oluştuğunu biliyoruz. Atomun yapısı hakkında da bilim bize şu bilgileri veriyor. Atomun en alt parçacıklarını kuarklar oluşturuyor. Kuarklar bir araya gelip baryonları, baryonlar çekirdeği, çekirdek elektronları, elektronlarda atomları ve molekülleri oluşturuyor. Sonuçta da madde veya canlı organizmalar meydana geliyor. Konuya atom boyutunda bakarsak, bir insanın bedensel anlamda var oluşunun atom boyutunda bir nesnenin var oluşundan farkı yok değil mi? Evet öyle. Çok ilginçtir atomların da birbirinden farkı yok. Atomlar da protonlardan, elektronlardan ve nötronlardan oluşuyor. Tüm protonlar da ve elektronlar da birbirinin aynı ama bunlar bir araya çok büyük sayılarda geldiği anda farklılıklar oluşuyor. Hücrelerin de birbirinin yaklaşık aynı olmasına karşın büyük yapılarda birleşimlerinden farklı oluşumlar meydana gelebilmekte. Örneğin bir kitabı ay kadar büyüttüğümüzde içindeki atomlar bezelye büyüklüğüne ulaşabilir diye benzetebiliriz. Atomun içerisindeki çekirdeğin ve elektronların kütlesel anlamda çok küçük bir yer tuttuğundan bahsediliyor. Geri kalan kısımda büyük bir boşluk var deniliyor. Bu yaklaşımı nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu yaklaşım elektronları noktasal olarak düşünmek mümkün olmadığından tam olarak doğru değil. Elektronların belirsizlik özelliğinden dolayı nokta olduğunu söylemek zor. Elektronları nokta olarak tanımladığımızda nerede diye sorulması halinde yerinin gösterilmesi gerekir. Yeri tam olarak belli olan bir elektronun hızı çok büyüktür ve bu nedenle her yerde olabilmektedir. Elektronları nokta gibi düşünmek yerine, bulut gibi düşünmek daha doğru olur. Bulut görüntüsünü yaratan elektronun hızına bağlı olarak her yerde olabilme özelliği herhalde. Evet. Fizikte bir noktasal parçacık kavramı var. Biz eğer o parçacığın içinde başka bir nokta yoksa onu noktasal olarak tanımlıyoruz. Fizikte elektronlara noktasal parçacık diyoruz, çünkü biliyoruz ki elektronlar başka parçacıklardan yapılmamıştır. Ama bu ben bir elektronu alıp bir yere koyabiliyorum anlamına gelmez. Elektronu alıp bir noktaya koyamazsınız. Aslında atomun içinde boşluk dediğimiz bütün bölümü o elektron bulutu doldurmaktadır. Eskiden, kuantum fiziği keşfedilmeden önce, Bohr atom modelindeki atom tasvirinde, elektron noktasal olarak tanımlanıyordu. Şimdi biliyoruz ki arada böyle bir boşluk yok, elektron bütün boşluğu doldurmakta. Belirsizlik prensibinden hareketle her yeri doldurduğundan bahsedebiliriz. Atomda elektronun ve çekirdeğin belli zaman dilimlerinde kaybolup, tekrar gözlenebilmesi gibi durumlar oluyor mu? Hatta bazı kuantum yaklaşımlarında buradan hareketle eş evrenlerin varlığında bahsediliyor. Elektronların ve atomun diğer yapılarının bazen gözlenemez olmasının nedeninin eş evrenler olduğuna atıf yapılıyor. Bu konuya bakış açınız nedir? Biz kuantum fiziğini iki türde ele alıyoruz. Birincisi teorik, diğeri ise deneysel. Teorik olarak ele aldığımız zaman matematik denklemleri kullanıyoruz ve ona inanıyoruz. Deneysel olarak ele aldığımızda laboratuardaki deneylerden hareket ediyoruz ve ona inanıyoruz. Biz bunları tasvir etmeye kalktığımız zaman, günlük hayatta kullandığımız dile entegre etmek durumundayız. O dili kullandığımızdan dolayı atomun yapılarının bazen gözlemlenip, bazen gözlemlenememesi şeklinde bir tasvir yapılabilir. Ama günlük dili kullanarak bunun tam tasviri mümkün değil. Bunun temeli çok detaylı matematiksel denklem ve matematiksel fizik denklemlerine dayanıyor. Bunun deneyi de laboratuarda yaptığımız deneye dayanıyor. Ama bu bahsettiğiniz yok olma olayı, günlük hayatta maddenin yok olması olayından farklı. Bir takım matematiksel denklemler bizleri belirttiğiniz sonuçlara ulaştırmakta. Bazı matematiksel sonuçları günlük hayatta belirttiğiniz şekilde tercüme etmek mümkün. Bu tasvirlerin bir takım ortalama tasvirler olduğunu akılda tutmamız gerekir. İnsanlar nesnelere veya canlılara baktıklarında dolu olarak görmelerini iki şekilde tasvir edebilir miyiz? Birincisi atomların sayılarının çokluğu ve sıklığına bağlı olan boyut, diğeri de renklerin etkisidir diyebilir miyiz? Bu iki kavramdan dolayı mı nesneleri ve organizmaları dolu olarak görmekteyiz? Görmemizi sağlayan ışığın yansıması. Katı bir nesneye baktığımızda sudan farklı olarak onu katı olarak algılamamızın sebebi de, aslında oradaki atomların katı olması. Bir atomu elinize aldığınızı hayal edin, sıkmaya kalktığınızda sıkmanız mümkün değildir. Neden sıkamıyorum? Aslında klasik fizik yaklaşımıyla konuya baktığınızda proton pozitif yüklü, elektron negatif yüklü zaten birbirilerini çekiyorlar. Hazır böyle bir çekim varken bende sıktığım zaman sıkışması lazım gibi gözükse de bu mümkün olamıyor. Kuantum fiziğindeki belirsizlik ilkesinden dolayı aslında ikisinin arasında bir itme kuvveti oluyor. Çünkü elektron tek bir noktada bulunamıyor. Belirsizlik ilkesinden dolayı elektron bulut halinde bulunuyor. Su için durum nedir? Aslında sudaki atomda da bu katılık var. Fakat su ortamında atomlar birbirilerinin etrafında kolayca kaydığı için su sıvı özelliğine sahip oluyor. Heiselberg ile ilgili bir söz okumuştum. Diyor ki Heiselberg 'Atom nesne değil, eğilimdir.' Bahsettiğiniz belirsizlik ilkesinden dolayı atomun eğilim olma özelliğinden bahsedebilir miyiz? Bu sözü ilk defa duydum ama atom tabii ki de nesnedir. Bir de nesnel zeka olarak tanımlanan Morfik alan kavramı var. Deniliyor ki genlerde atomlardan oluşmaktadır. Dolayısı ile insanın şifresi genlerdedir yaklaşımı atom altı boyutta derinleştirilebilir. Atom altı boyutta zeka yok. Yani bir atom boyutunda zeka yok. Bin atom boyutunda da zeka yok. Bekleniyordu ki bin veya onbin atom ölçeğinde zeka olsun ama böyle bir birliktelikte de zeka yok. Ancak milyon atom seviyesinde bir zekadan söz edilebilir belki de. İlk kuantum fiziği çıktığı zaman zeka kavramının kuantum fiziğinden çıkabileceğinden söz ediliyordu. İnsanlar yeni bir şey bulduklarında hemen bunu bazı kavramlarla ilişkilendirmek istiyorlar. Ama zeka veya düşünce kavramının çok daha büyük sistemlerde oluştuğu sonradan anlaşıldı. Zaten bu nedenle de tek hücreli canlıların zekası olamıyor. Ama bu konunun bir biyolog ile görüşülerek de analiz edilmesinde fayda olduğu düşüncesindeyim. Bu benim yorum ve bakış açım. Genlerin şifresi 10 üzeri 20 atom ve genlerden önce atom birliğinden gelen bir şifre var herhalde. Evet var. Sanıyorum bir gen aşağı yukarı 1000 atomdan falan oluşuyor. Ama bir genin de zeki olduğu söylenemez. O bir takım şeyleri tetikliyor. Genin de tek başına düşüncesi yoktur. Gen daha basit bir şey, onu anlayabiliyoruz. Bütün mesele şu ki büyükleri anlıyoruz, küçükleri anlıyoruz ama ortadakileri anlayamıyoruz. Süperpozisyon yaklaşımına göre, eş ikiz evrenlere bağlı olarak olayların olasılıkları var ve biz bunlardan birsini seçiyoruz. Böyle bir seçim varsa bu seçim elektron bulutundaki belirsizlikten gelen bir seçim olabilir mi? Bakmadığında olasılık dalgası olduğundan bakınca da nesnenin varlığından bahsediyor. Bakmayınca pek çok top sahada pek çok noktada aynı anda var, bakınca birisini seçiyorsunuz deniliyor. Bakmadığınız zaman top orada yoktur diyebilirsiniz. Kuantum mekaniği için bu doğru hakikaten. Yaşadığımız dünyada da bu doğru aslında. Bir şeye bakmıyorsanız nasıl orada diyebilirsiniz ki? Bir de ne zaman geri dönerseniz dönün orada olacağını bilmek ve görmek var. Kuantum mekaniğinde parçacık dediğimiz olay aslında parçacık değil. Bir dalga. Çünkü belirsizlik olduğu için küçük bir parçacık bir nokta olur. Halbuki biz dalgalardan parçacık yapabiliriz. Dalga noktanın etrafına yoğunlaşmış olur. Dalganın noktanın etrafına yoğunlaşması noktayı orada algılamamızı sağlayabilir. Dolayısıyla kuantum mekaniğinin esas temeli cisimlerin parçacık değil de dalga olduğuna dayanıyor. Süperpozisyon dalgalarla yapabildiğimiz bir şey, çünkü iki dalgayı toplayabiliriz. Denizdeki klasik dalgalarda görürsünüz, tabii bunu kuantum dalgaları ile karıştırmamalıyız. Bir benzetme olarak ele alırsak farklı yönden gelen dalgalar toplanıp daha yüksek dalgaları oluşturuyorlar. Denizdeki dalgaların süperpozisyonundan bahsedebildiğimiz gibi kuantum mekaniğinde de dalgaların sürperpozisyonundan bahsedebilmekteyiz. İnsanda bir dalga boyutu aslında. Evet. Dolayısıyla örnek olarak Schrödinger'in kedi probleminde kedinin iki durumu var aslında. Biri ölü durumu bir tanesi de canlı durumu. Ölüm durumu ile canlı durumunu topluyorsunuz bunun kuantum mekaniğinde bir anlamı var. Klasik fizikte böyle bir şeyin anlamı yok. Kuantum mekaniğinde hakikaten bu süperpozisyonun anlamı var. Evrendeki her atom Helyum atamonun bir türevi midir? Evrendeki atomlar yıldızlarda oluşuyor. Evren ilk başta oluştuğunda içinde hidrojen ve bir miktarda helyum atomu var. Büyük patlama teorisine göre evren çok sıcak başladığı için, sonrasında soğuduğu zaman hidrojen ve helyum atomları oluşuyor. Bunlar kütle halinde çökerek yıldızları oluşturuyorlar. Ondan sonra ağır atomlar da bu yıldızların çekirdeklerinde hafif çekirdeklerin kaynaşarak daha ağır çekirdekler yapmasıyla oluşuyorlar. Onun için tüm atomlar helyum atomunun türevidir, helyum atomundan yapılmıştır diyebiliyoruz. Einstein evrendeki genişlemeye karşın onu dengede tutan bir güçten bahsediyor. Genişleyen evrende her şeyin rasgele savrulmadığından bahsediyor ve hatta bu dengede tutan güce de lambda sabiti adını vermiş. Bu yaklaşıma bakış açınız nedir? Bu dediğiniz modelde evrenin belirli bir kurala göre genişlemesi ve ondan hiçbir sapma göstermemesi fikri aslında bilim adamlarının basit ve çözülebilir bir model yapma isteklerinden dolayıdır. Çünkü doğayı en basit şekilde tanımlayıp denklemlerimizi çözmek istiyoruz. Böyle yapıldığı zaman da teori çözülebiliyor Einstein'da bunu yaptı. İlk önce bunu yapacaksınız. Kozmolojinin bu denklemine göre evrenin zaman içinde değişen bir tek büyüklüğü var, evrendeki gezegenleri, insanları, galaksileri ortalama bir madde yoğunluğu olarak ele alıyoruz. Çünkü onları sanki tüm everene yayılmış ve sabit bir madde yoğunluğu olarak düşünüyoruz. Dolayısıyla o bizim seçtiğimiz bir basitlik. Ama yine de evrenin esas olarak o denklemlere göre büyüdüğünü kabul ediyoruz. Lambda, yani kozmolojik sabit meselesine gelince. Kozmolojik sabit olmadığında evren kapalı bir evren ise büyüyüp belli bir büyüklüğe ulaştıktan sonra tekrar kapanması gerekir. Sonlu bir evrense ve kozmolojik sabit varsa bu böyle olmayabilir. Şu anki ölçümler gösteriyor ki bir kozmolojik sabit var. Kozmolojik sabit genelde evrenin enflasyonla büyümesini sağlamaktadır. Eksponansiyel büyüme formu. Bugün çok yavaş bir eksponansiyel büyüme var. Bunu ölçebilmek tabii ki de deneysel kozmolojinin büyük başarısı. Doğrudan ölçemiyoruz ama çok geçmişte de yine evrenin bir ara çok hızlı genişlemiş olması gerekiyor. Aslında teoriden ziyade ölçülebilen değerlere göre hareket etmek lazım. Bugün bilim ve teknolojinin baş döndürücü bir hızla artmasının nedeni teori ve deneysel yaklaşımların birbirini destekler tarzda bir döngü içinde gelişmesidir. Ülke olarak bizim de buna ayak uydurmamız gerekir ama çok zor oluyor. Çünkü temel bilimde ne kadar iyi olsanız da alet ihtiyacınız olduğunda dışarı bağımlısınız. Dolayısıyla bizim bu konulara hızla entegre olmamız lazım. Kuantum fiziğinde hiçbir nesnenin veya canlının, başka nesne ve canlı ile sıfır aralıkla temasta bulunmasının mümkün olmadığından bahsediliyor. Bu nedenle hiçbir şeye dokunmak mümkün değildir deniliyor. Bu olaya da elektronların şarj yükleri arasındaki itmenin neden olduğu söyleniyor bu doğru mu? Hiçbir şey ile tam temas olamaz mı? Tabi olamaz. Çünkü zaten elektron bir bulut. Atom boyutuna indiğiniz zaman aslında hiçbir şeye tam olarak dokunmuyoruz. Kuantum fiziği zaman kavramını nasıl değerlendiriyor? Kuantum mekaniğini yapabilmemiz için uzayı ve zamanı düz uzay-zaman olarak sabitliyoruz. Ondan sonra o uzayın üstünde kuantum mekaniği yapıyoruz. Halbuki uzayın kendisi de kuantum mekaniksel bir obje olmalı. İşin bu boyutunu ele aldığınızda yapabileceğiniz bir şey kalmıyor. Çünkü karşınıza sonsuzluklar çıkıyor. Uzayın içinde bir parçacığın yeri belli diyoruz ve ona zamanı uyarlayabiliyoruz. Ama uzayın kendisi belirsiz dediğimiz zaman işler sarpa sarıyor. İşte bu da genel göreliliği kuantumlaştıramıyoruz denen büyük problem. Hava'da atomların durumu nedir? Havada atomlar çok seyrektir. Atomların olmadığı yerde boşluk var. Belli bir hızla hareket edip birbirilerine çarpıyorlar. Genetik bilimi, kuantum fiziği ve nöroloji geleceğin bilimleri deniliyor. Gelişmiş ülkeler bu konularda bilim insanlarını bir araya getirmek suretiyle araştırma ve çalışmalar yaptırıyorlar. Kesinlikle ben bunun önemine çok inanıyorum. Bizde bu konuda durum nedir? Bizde olduğunu bilmiyorum ama olması lazım. Rengin oluşumu hakkında bilgim elektronlara çarpan foton ışınlarının, elektronun yörüngesini değiştirmesi ve sonrasında yörüngesine dönen elektronun, tekrar dışarıya bir enerji vermesi şeklinde. Bu dışa vuran enerji rengi oluşturuyor. Bu tanımlama doğru mu ve bize biraz da rengin oluşumundan bahsedebilir misiniz? Renk nasıl oluşuyor? Atom seviyesinde bu şekilde renk oluşuyor. Molekül seviyesinde moleküller ışığı emip tekrar veriyorlar. Beyaz ışık dediğimiz şey kırmızı, mavi ve yeşil üç tane bileşenden oluşuyor. Işık bir yere düştüğü zaman tüm dalga boyları emilirse siyah görüyoruz. Bir kısmı emilir bir kısmı yansırsa renk farklılıkları oluşuyor. Bu ışığı da emen aslında atomlar ve moleküller. Saydam olan suda oksijen ve hidrojen atomları var. Dolayısıyla oksijen ve hidrojen atomları saydamdır diyemezsiniz. Gaza baktığınız zaman onu da saydam görmenizin nedeni, çok seyrek olması. Dolayısıyla hidrojen atomunun bazı enerji seviyeleri bilinen renklere tekabül ediyor. Genelde etrafımızda gördüğümüz renkler moleküler seviyelerle alakalı. Yaşam bir algılama süreci aslında. Beynin ve ruhun çevreyi algılama şekli. İnsan beyni gözüyle gördüğü ile hayal ettiği arasındaki farkı algı düzeyinde ayırt edemiyor. Evet algılama farklı değil. Işık dediğimiz olay aslında bir takım elektromanyetik titreşimler. Elektromanyetik bir dalga yani. Boşlukta gidebilen bir elektromanyetik dalga. Güneşten buraya kadar gelebiliyor arada bir şey yok. Bu elektromanyetik dalganın frekans dediğimiz bir büyüklüğü var. Saniyede kaç kere titreştiğini ifade ediyor bu büyüklük. Biz insanlar çok küçük bir frekans aralığını görebiliyoruz Gözümüz bunu ölçüyor. Dolayısı ile elektromanyetik dalga çok daha geniş. Atom elektromanyetik bir olay. Proton ve elektronlar elektrik kuvvetlerle birbirine bağlanıyor. İki atom arasında da elektriksel kuvvetler var. Dolayısı ile buradaki enerji farklılıkları elektromanyetik dalga olarak gözüküyor. Bu bizim algıladığımız aralıkta ise biz bunu renk olarak görebiliyoruz. Dünyamızın atmosferi ancak bu dalga aralığında gelen ışığı aşağıya geçiriyor. Buradan hareketle biz başka bir gezegene gitsek kör olabiliriz. Görmeyebiliriz. Atom yaşlanır mı? Hayır. O halde insanın fiziksel olarak yaşlanma sürecinin de atom boyutunda açılımına baklamak lazım. Bu konu biyologlarla konuşulmalı. Aslında dünyada bilim alanında gelişmiş ülkeler kuantum fiziğinin yaşamımız üzerindeki önemi ve etkileri konusunda daha bilinçliler herhalde. Onun için gelişmişler zaten bunların öneminin farkında oldukları için gelişmişler. Bizde maalesef bilim zayıf ve özellikle deneysel bilim desteklenmiyor. Ülke olarak daha henüz pozitif bilim çağına tam girmiş durumda değiliz. Ama bu durum yavaş yavaş gençlerin sayesinde olumlu yönde değişecek. Türkiye zaten bu pozitif bilimin, deneysel bilimin doğuşuna seyirci kaldı. Eksiklik oradan kaynaklanıyor. Biz daha sonra bu işin bir bilim olduğunun farkına vardık. Metin Arık çok değerli birikimlerinizi bizlerle paylaştığınız için size çok teşekkür ederiz. Hiçbir yazı/ resim izinsiz olarak kullanılamaz!! Telif hakları uyarınca bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla siteden alıntı yapılabilir. © 1998 Cetin BAL - GSM+90 05366063183 -Turkiye/Denizli Ana Sayfa / Index / Roket bilimi / E-Mail / Quantum Teleportation-2 Time Travel Technology / UFO Galerisi / UFO Technology/ Kuantum Teleportation / Kuantum Fizigi / UçaklarAeroplane New World OrderMacro Philosophy / Astronomy
Kuantum Düşünce Tekniği Nedir? Kuantum Düşünce üst nitelikli bir düşünme biçimidir. Sıradan düşünce biçimleri kendisini tekrar eden, etkisiz ve sınırlı enerjilerdir. Değiştirme ve oluşturma güçleri yoktur. Daha çok vehim, kuruntu, başıboş hayaller biçiminde akar. Oysa Kuantum Düşünce derin düzeyde, atom altı alanda etkili olabilecek tarzda bir yaratıcı düşünme biçimidir. Özel bir bilinç düzeyine girerek, özel olarak kurgulanmış sözel ve imgesel oluşumları içerir. Bu düzeyde insan, kendi hayatının efendisi durumuna geçer. Kuantum Düşünce daha da ilerisi ortak zeka alanında işlem yapar. Bütün evreni tekamül ettiren enerjiyle işbirliğine girildiğinde siz bir "kişi" olmanın sınırlı olanaklarını aşar, "bütün" ün gücüne ulaşırsınız. O zaman da gücünüz tabii ki bütünün gücüne eşit olacaktır. Bu Teknik Pratik Olarak Hayatımıza Ne Gibi Yararlar Sağlar? Bizim gelişmemiz için gereken bütün araçlar uygun iş, eş, yaşam alanı,ev, bedenimizin sağlığı bu yüksek frekanslı enerjiden nasibini alır. Siz, sınırlayıcı, engelleyici düşünce kalıplarınızı fark edip bunların yerine güçlendirici inançlarınızı koyduğunuzda hayatınız bu yeni inançlarınız doğrultusunda değişmeye başlayacaktır. Sizin için en uygun kişi, en uygun imkan,en uygun zamanda karşınıza çıkacaktır. Yapmanız gereken şey uzanıp onu almaktır. Doğuştan doğal olarak hakkınız olan mutluluğu, bereketi, bolluğu ve sevinci yaşamanıza imkan tanımış olursunuz. Kuantum Düşünce, sağlıklı ve güçlü bir beden için de uygun bir zemin hazırlar. Bizim düşünce ve kabullenişlerimiz direkt olarak bedene etki yapar. Bedenimiz aslında bir enerji okyanusundan başka bir şey değildir. Korku,kaygı,öfke, suçluluk duyguları bütün hücrelerimizin beslendiği enerjide azalmalar yol açar. Kuantum Düşünce Tekniği; kendimizi tanımaya, başkalarını anlamaya, evrensel sistemin işleyişini fark etmekten doğan bilgeliğe ulaştırarak beden enerjimizi de düzene sokar. Kişiler daha güçlü canlı ve güzel olurlar. Hayat misyonumuzu fark etmek ve ona adım adım ulaşmak yönündeki çabalarımızı destekler. Kendi içsel kodlamanızdaki yapmanız gereken işinizle ilgili ipuçlarını yakaladıkça adımlarınız hızlanır. Kuantum Düşünce kişiler arası iletişimin enderin boyutunu sunar bize. Ortak İnsanlık alanında gerçekleşen bu iletişim, derin ve etkili bir uzlaşma sağlar. Beden dili ve sözel iletişimden daha da öte Kuantum sal İletişimle düşüncelerimizin direkt muhataba ulaştığı bir yöntem geliştiririz. Kuantum Düşünce hayatımıza daha çok bolluk ve bereket çekmemizi de sağlar. Kendimizle ilgili derin içsel vizyonumuzu değiştirdikçe daha çok bolluk hayatımıza akmaya başlar. Genel anlamda zenginlik; sahip olduğumuz şeylerle ruhsal varlığımıza kattığımız değerler arasındaki dengeyi anlatır. Çok paraya sahip olmak tek başına zenginlik işareti olmayabilir. Önemli olan bu parayla ne yaptığınızdır. Daha çok kahkaha, daha çok dostluk, daha çok sevgi, daha çok deneyim ve daha çok hayır üretebiliyorsanız o zaman zenginsiniz demektir. Özetle Kuantum Düşünce Tekniği, yaşamın temel amacı olan sevinç duygusunu yüreğimizde hissetmemiz için bize imkanlar sunar. Kuantum Fiziğiyle Bu Düşünme Tekniğinin Bağlantısı Nedir? Kuantum fiziği, klasik anlamdaki fiziksel maddenin enerjiye dönüştüğü bir alana sokar bizi. O alanda artık atom altı parçacıklar, hızla hareket eden enerji parçacıklarından başka bir şey değildir. Daha da ötesi bu parçacıklar insan düşüncesinin yaydığı enerjiye yanıt verirler. Bu alanı gözlemleyen kişi ile gözlemlediği parçanın birbirinden bağımsız, kopuk şeyler olmadığı çıkar meydana. Düşünceyle enerji, gözlemleyenle gözlenen, iç ile dış, burası ve ötesi arasındaki ayırımlar kalkar. Heisenberg’ in belirsizlik alanı dediği bu alanı, gönderdiğimiz düşünce paketçikleri varlık katar. Belli hale getirir. Kuantum alanının bir noktasına yaptığımız etki bütünü etkiler aynı zamanda. Siz bir şey düşündüğünüzde bundan tüm alan etkilenir. Kuantum Fiziği, fizikle fizikötesinin birbirine karıştığı bir noktanın adıdır. Bu Teknikten Yararlanarak Hayatlarında Değişiklikler Yaratan Kişilerden Örnekler Verebilir Misiniz? Tabii ! Pek çok var. Çünkü kural hiç şaşmaz Düşünceler hayatımızı oluşturur. En yakın bir örnek bir mimar hanımla ilgili. İşinde hiç memnun olmadığını söylemişti. Ona nasıl bir işte çalışırsa mutlu olacağını sordum, anlatmaya başladı. Bunları bir bir yazdık. Ciddi bir firmanın araştırma ve geliştirme departmanında çalışmak istiyordu. İmgesel olarak bilinçaltına kodladık. Ertesi hafta telefonla müjdeyi verdi. Tam da istediği bölümde iyi bir şirkette hafta başında işe başlıyordu. Buna benzer yüzlerce örnek var. Burada sorun sistemle ilgili değil. Kendilerine yüzde yüz yararlı olacak bu sistemi uygulamak için katılımcıları ikna etmekle ilgili. Belki de bu işe keyifli bir ikna çalışması diyebiliriz. Bir başka çarpıcı örnek de bir öğrenciyle ilgili. Üniversiteye hazırlık yapan bu gencin sınavla ilgili korku dolu düşünceleri vardı. Onunla bir çalışma yaptık. Binlerce kişi arasında o bir yıldız gibi parlıyordu. O kalabalık arasında fark edilmemesi mümkün değildi. Hayalinde sınavı kazanmış hatta üniversite diplomasını alıyor görmesini sağladık. Bu sınavın hayatının bir çok önemli günlerinden sadece biri olduğunu ama tek belirleyici olay olmadığını tespit ettik. Bütün bunlar zihin özel bir algılama düzeyindeyken gerçekleştirildi. Bu genç üçüncü kez sınava giriyordu ve artık dördüncü bir şansı yok gibi gözüküyordu. Tabii ki daha sonra onun sınavı kazandığına dair telefon aldım. Yine başka ilginç örnek tıp fakültesinde okuyan bir öğrenciyle ilgili. Arkadaşlarının ve rektörünün okulda yaptığı klüp çalışmalarını yeteri kadar desteklemediğinden şikayet etmişti yana yakıla. Ona göre okul rektörü tuhaf biriydi. Bir konuda görüş almak için odasına girdiğinde onun hiç yüzüne bakmıyor, tersliyor ve isteklerini görmezden geliyordu. Sonra bu gençle bir seminer programında özel bir çalışma yaptık. Bir hafta geçmeden yüzünde güller açarak beni ziyarete geldi. Kız arkadaşıyla sinemaya gitmişlerdi oradan geliyorlardı. Tuhaf şeyler olmuştu doğrusu. Rektör birden huy değiştirmişti. Karşılıklı oturup konuşmuşlar ve çok sıcak bir iletişim kurmuşlardı. Daha önce bir türlü yerine getirilmeyen okulun bilgisayar kulübüyle ilgili bir isteği daha o söylemeden rektör tarafından karşılanmıştı. Bu süreç nasıl işliyor?Yani nasıl oluyor da sizin yaptığınız bu çalışmadan Rektörün ve kız arkadaşın haberi oluyor? Güzel bir soru. Bizim bilinçaltı düzeyde oluşturduğumuz yeni bir program Birleşik Alanında bir etki yapar. Bu düzeyde zaman ve mekan farklı bir biçimde işler. Bu alanda her şey Şimdi ve Burada durumunu yansıtır. O yüzden düşünceler mucizevi sonuçlar doğurur. Alan bir tür bilgi okyanusu gibidir. Okyanusun bir damlasındaki değişim diğer tüm damlaları uyarır. Seminerler katılımcılarda kalıcı bir etki yaratıyor mu? Bu biraz da kişilerin konuya verdikleri önemle ilgili bir şey. Ama alışkanlık haline gelmiş, içselleştirilmiş bir davranış tabii ki kalıcı oluyor. Kuantum düşünce öğrenmeden çok yapmaya, bilmeden de ileri olmaya yönelik bir çalışmadır. İçsel olarak yaratılmış değişimler kalıcı olacaktır kuşkusuz. Kişi düşünceleri ve seçimleri ile hayatı arasındaki ilişkiyi gördükçe farkındalığını artırır. Böylece bilerek yaşamaya başlar. Böylece kendi hayatının efendisi olur. Kaynak -
tv8 de carsamba 2315 de yayınlanan hayata evet programını elimde kağıt kalem izliyorum cıkardığım notları burda sizinle paylaşıyorum. yazdıklarım cok önemli aklınızın bir kosesinde bulunmasın bedenimin alt ilkel yonetim birimine sesleniyorum. Istemek – planlamak – eğlem hayatta istediğini elde ederim yeterki planla ve calış Düşünerek yaşamak gerekir allah bize düşün emrini kuranda gonderiyor. Egzema anne yine mi cocuk düşüncesinden dolayı cocuk ta olusur. Annenin Erken olmesi dunyadan kacmak istemesi Bu kaygıyı kim hissediyor- bu duyguyu kim hissediyor- bu duyguyu ben hissetmiyorum- Sevgi vermek için cocuk yapılır, işci olsun diye değil Once hayatı değil kendi kafanı değiştireceksin Unutmamak için hatırlıyorum komutunu beynine vereceksin Bilince altı kotulukleri yastık altı yapar unut emir verirsen herseyi unutmaya başlar. Unutma emir verilen noktada hatırla komutunu ver Hatırlıyorum ve biliyorum, yaşamımı güvenle sürdürüyorum. Hayatına hedefler koyarak yaşamak gerekir Bütüncül öğrenme-sağ beyin deneysel öğrenme sol beyin düşünsel matematik Başına kaza gelenler kendilerini cezalandırıyorlar Kendi içleri oh diyor derin sucluluk duygusu Başımıza gelen herşey inaclarımızın ve düşüncelerimizin sonucu Yeni iş kurarken “risk olusturma” kelimesi bize ait değil. Hayata ne katıyorum? Uslu cocuklık iyi değil. Pasif insane yapıyor. Başarılı olmak alt beyni korkutuyor Babadan gelen telkinler cocuğu değiştiriyor kandırılacağını ,yapamayacağını ,zarar göreceğini soylediğinden dolayı. Içimizdeki kotu sozleri soyleyek nötr hale getirilir. Beni kandırırlar,seni kandırırlar ,tekrarlanır-aklım ermez-vücüdn bir yerinde uyusma olur. Uslu cocuklarda ne yaparsam guvende olururum davranısı gorulur Cok harika iş yaparım- kimse beni kandıramaz Hayalini aramaya devam et- çağrıyı takip et-odulunu al Bir şeyi bulamayacağım diye ararsan bulamazsın Sevgiyi Kabul ediyorum e başka bir seye donusmesine izin veriyorum- içimdeki tanrısallığı Kabul ediyorum Iyi –kotu-doğru –yanlış-evet- hayır cümleleri zararlı yargılayıcı kelimeler Hersey 4/4 olacak diyerek küçükken anne babanın asılamasıdır Manevi gobek bağı kesme hayal ederek göbek bağı kesilir. Kafadan sinyal gunese ordan tanrıya gider sinsal altın bağı ile kimle ilişki kesilecekse gobek bağından sinyal o kişiyle hayal edilir. Sonar altın rengine donusturulur. Uzatılır kısaltılır. Tiklerden kurtulma babasızlık yere sağlam basamamak sırta el koyarak hayali olarak destek alınır. Elimdeki para barajda biriken su gbi için bol bol ve karım için kullanırım. Yine bol bol varlığını sürdürür .coğalır param. Bir lirasıyla bile milyonluk alısveriş yaparım. Dertleşmek yarayı kasıyıp tedavi etmemekdir Kendi varlığımı ifade ediyorum ve böylece yaşamımı güvenle sürdürüyorum Depresyon bütün günler birbirine benzerse olusur. Ne düşünmüştüm ve ne hissetmiştimki başıma bunlar geldi mantığı vardır. Hangi inancim ve korkum bunları olusturdu. Kilo güvensizlik hayat nesesinin ve yaşam keyfinin olmaması. Airbag gibi güven kemeri olusur insanda. Geçmişteki tacizlerden kilo yine ac kalırsan diyerek ye olusur. Sevgisiz kaldığı zaman yemek yer. Hayatında sıkıstırılmıs insanlar yemeğe yönelir. Emirler bonbardımanına uğrayanlar kilo alabilir. Ben hayatı bütün bolluğu bereketi doluluğuyla nesesiyle heyecanıyla dolu dolu yaşıyorum. Kendimi olduğu gibi ifade ediyorum. Duygularımı olduğu gibi ifade yaşamımı güvenle sürdürüyorum. Sevgili bedenimin zekasına kararımı uygulamanı sana teşekkür ediyorum Ben özelim sen özelsin hepimiz özeliz. Içimizdeki her duygu için bu duygu kime ait sorusunu soracağız. Bedenimizin zekasına ait korkularımızı kendi korkumuz zannediyoruz Allaha sonsuz inanırsan kaygı cekmezsin. Çağrı almakrüya ve hayat akısı değişir çağrıla herzaman Kabul edilir. Rüyalar hergün bir deftere yazılır Vitiligo deride güvensiz hissetme sonucu ikinci plana atanlarda gorulur. Nefes teknikleri ile gorunmez hale gecmek biri kendisine daha az öncelik tanındığını hissederse görülür Ilkel bedenin zekası na sesleniyorum. Kendi varlığımı Kabul edip yaşamımı belirginleştiriyor farkettiriyor güvenle sürdürüyorum. Denizden korkanlar sonsuz mavilik hayata dalmaktan ve acılmaktan iin kucuk olumdur. Onlara her tur değişim bir kendine korkular kime ait diye sor. Bedenimizin zekasının kaygıları var . Hamileyken cocuk herşeyi duyuyor- konus onunla –masaj yap- huzurlu olmasını seni cok istediğimizi beklediğimizi güvende olduğunu daha hamileyken ona bildir. Öneri uyarı saptama tespit şeklinde insanla konusulur Şükür taşı geçmişteki en güzel anılarımızı herhangi bir objeye onu tutarak yukleriz. Kotu anlarımızda o taşa dokunarak daha önceki mutluluklerımız hatırlanır. Temizlik takıntısı sucluluk duygusuyla yakın tanıdığa olan nefretden doğar. Cozum konusarak cozulur. Herşeyin ne kadar güzel olduğunun farkında olmak gerekir. Sonuc herşey güzel olur ve sükredilir. Atanmısım hergün işe gidip geliyorum maasımı cekiyorum. Hayatımda herşeyin kolayca akıp gitmesini istiyorum Hayatının kolayca akıp gecmesini isteyeceksin Burası gariban dunyası değil Hatırlıyorum herşeyi. Hatırladığım zihnimin ekranında yansıyacak. Cocuk hakkındaki negative düşünceler sağlıksız sonuclar doğurur. Arkadaşlar kafamızın içine negative cümleleri ve inacları sokarar. Bizi bozarlar Herşey aynı değip hergünün aynı geçmesine sebep olursun. Sevgimizden ve kızgınlığımızdan korkmak düşüncesini alt beynimizden kaldırıyorum Hayata evet demek allaha evet demektir Kendimizi sevdiğimizde bütünleştiğimizde bolluk akmaya devam eder. Hayatta beklentin neyse gerceği de o olur. Bilgi ve kednine güven duygusuna sahip olmak cok onemli Kotu anıları slime hayalimizdeki kotu anıları dusunup yavaş yavas gorunmez hale getirip üzerine hayatımızdan mutlu kareler eklenir. Yanlış inancların gerisinde gecmisteki kotu goruntuler ve sesler var . bu fikirler kime ait .bu fikirler ve duygular bana ait değil. not BU BÖLÜM BENİM NOTLARIMDAN YAZILMISTIR YAZIM VE CUMLE DUSUKLUKLERİ MEVCUTTUR şimdi diğer sitelerden bulduklarım.! BOLLUK BEREKET “ Sonsuz kaynak benim içimdedir ve ben onu harekete geçiriyorum.” Bolluk ve bereket içindeyim. Bütün ihtiyaçlarimi rahatlikla karsilayacagim kaynaklara sahibim ve bunu kullanyyorum. Gürül gürül akan bir çaglayan gibi hayatin nimetleri akip gelir sürekli. O çaglayanin içinde nese ve huzurla yikanyyor ve doya doya içip kaniyorum. Her zaman içimdeki sonsuz kaynakla birlikte oldugumu bilirim. Benim asil zenginligim iste ona sahip olmaktir ve bu duygu bütün zenginligi bana çeker. Bolluk duygusu sahip oldugum seyler dolayisiyla hissettigim bir sey degildir. Varligimin kendisi zaten ihtiyaçtan uzaktir. Temizlenmek ve gelismek ve olgunlasmak için çiktigim bu yolda benim için en uygun araçlar her zaman yolumun üzerinde beni bekler. Hayatimda bol sevgi, bol para, yeterli zaman, ve sonsuz bilgi her zaman mevcut. Onlar tam zamanynda kariyma çikiyorlar. Ben de uzanip onlary aliyorum. O beni yaratti ve bütün ihtiyaçlarimin garantisini verdi bana. O beni sever. O’nun katinda ve yaninda özel bir yerim oldugunu bilirim. Simdi ve gelecekte bütün ihtiyaçlarim O’nun garantisi altindadir. Çalisarak, üreterek ve paylasarak yasadikça bolluk bana akar. Sahip oldugum bollugu paylasirken verdiklerimin bana çogalarak geri geldigini bilirim. Bir elim bana sunulan bollugu sunmak için yukardaysa, diger elim ihtiyaçta olana vermek için asagidadir. Böylece ben alma verme döngüsünü sürdürmü? olurum. Kimsenin kalbini kirmamaya, hakkini yememeye özen gösteririm. Böylece bollugun önünü kesecek enerjileri hayatimda barindirmam. Her günümü nese, mutluluk ve kahkaha ile doldururum. Her bir saniyeyi bir gün gibi, her bir günü bir hafta kadar verimli yasarym. Cebimdeki her bir lira bin lira gibi bereketlenir. Her yaptigim ise bütün dikkatimi, bütün sevgimi katarim. Her ne yapiyorsam en iyisini, en kalitelisini yaparim. Isim benim imzam gibidir. Bir Kurban Yaratmak Çalışmalarım bana sevginin insan hayatında ne denli önemli olduğunu gösterdi. Sevgisizlik ortamı çocukta bir güvensizlik zemini oluşturuyor ve en küçük travmada devreye sürüngen beynin koruma stratejisi giriyordu. Bu arada gerçekten sevmeyi başarmış çok az kişinin bulunduğunu söylemek gerek. Çünkü sevmek için bütün koşullandırmalardan, beklentilerden ve sınırlamalardan kurtulmuş olmak gerekiyor. Bu ise zor iş! Çaba gerektirir. Kültürel kalıpların ötesine geçmeyi, düşünmeyi, kendi kendini anlamayı ve değiştirme yeteneğine sahip olmayı gerektirir. Gerçeği sevmeyi, gerektiğinde gerçeği değiştirmeye çalışmak yerine kendini değiştirebilmeyi gerektirir. Karşısındakinin dünya modeline saygı göstermeyi gerektirir. Onu eğip bükmeye çalışmadan ilişki kurmayı gerektirir. Zor iştir yani! Meşakkatlidir. Özgür olmayı ve başkasının seçimlerine saygı duymayı gerektirir. Sıkı bir çalışma gerektirir. Aslında çalışma sözcüğünün gerçek karşılığı tam olarak budur. Geçmişte bir Gülyüzlü bu işe “Büyük Cihad” demişti. Zor iştir ama ince bir iştir. Ne kadar emek verirseniz bu işe, size misliyle kazandırır. Mutluluk, neşe ve bolluk olarak geri döner. Aslına bakarsanız insan sevmeye mecburdur. Çünkü o, Tanrı’nın sevgisinden yaratılmıştır. Ve böyle sevmek onun kaçınılmaz kaderidir. Yani sevgiyi ya öğrenecek, ya da öğrenecektir. Üstünde olduğumuz dünya treni bizi oraya götürmektedir zaten. En akıllıca olanı bu işi bir an önce kıvırmaktır. SEVGİSİZLİK ÖRNEKLERİ Daha anne karnında başlar her şey 1- Eğer anne gergin, mutsuz ve çaresiz hissediyorsa kendini bebek bunu hisseder. Yaşamsal güven alanı zedelenir. Devreye sürüngen beyin girer. Çocuk kendini istenmeyen bir varlık olarak algılar. Matrix buna göre oluşur. Kendini çevresindekiler için feda eden biri olur çıkar. Ancak böyle olduğunda kendini yaşamsal düzeyde güvende hisseder. 2- Anne karnında yaşadığı bir travma, örneğin babanın anneyi dövmesi, bebek tarafından algılanır. Fakat bu sırada sürüngen beyin devrede olacağı için buradan yanlış sonuçlar çıkartılır. Örneğin o sırada babanın anneye bağırarak söylediği sözler aynen alınır ve genelleştirilip çarpıtılır. Bir danışanım böyle bir sahneyi hatırlamış ve babanın anneye ”sapık” diye bağırdığını hatırlamıştı. Şaşırarak o sözün kendisine söylenmiş olduğunu sandığını söyledi. 3- Evde sürgit devam eden tartışmalar, bağırış çağırış da aynı etkiyi yapar. Çünkü çocuk için anne babanın birliği büyük bir güven zemini oluşturur. Bu tip tartışmalar hemen sürüngen beynin girmesine yol açar. Ya onları bir arada tutmak için “iyi” çocuk olmaya karar verir, ki bu aslında çocuk olmaktan vazgeçmek demektir; ya da büyüdüğünde hep sorun giderici kişi olarak kişiliği şekillenir. - Sevgisizliğin bir başka boyutu. Aşırı beklentidir. Anne baba çocuktan bir kahraman, bir yıldız, bir kurtarıcı olmasını bekler. Aksi halde çocuk yeterli sevgi ve ilgiyi alamayacağını bilir. Bu koşullu sevgi sürüngen beyni devreye sokar. Çocuk da, anne baba ya da her kimse için kahraman ya da yıldız olmak ne anlama geliyorsa öyle olmaya çalışır. Yaklaşık ortalama kırk yıl süren bir uğraştan sonra ne İsa'ya ne de Musa'ya yaranabildiğini görür! 5- Sevgisizliğin en tehlikeli ve pek fark edilmeyen boyutu “özveri kıskacıdır.” Anne baba çocukları için kendilerini feda ederler. Saçlarını süpürge ederler. Yemezler yedirirler, giymezler giydirirler. Onların da çocuklarından bazı küçük ricaları olacaktır elbette. Mesela kendilerini yaşamamak gibi! Sevdikleri biriyle evlenme girişimleri böyle değiştirilir, en çok yapmak istedikleri meslekten bu sebeple vazgeçerler. Ne zaman hayatları ile ilgili önemli bir karar vermeye dursalar karşılarına özveri senedi çıkartılır. Çocuk anne babaya öfkelenir bu yüzden, ama bunu ifade edemez, içine atar. İfade edilmemiş öfke örneğin kanser içi bir numaralı nedendir. 6- Bir başka sebep kız erkek ayırımı yapmaktır. Bu, bizim ülkemizde çokça görülen bir durum. Cahiliye devrindeki Arap adetlerinin bir başka versiyonudur aslında. Onlar bu işte daha radikaldiler; kızlarını diri diri kuma gömüyorlardı! Oysa ailesi erkek bekleyen ve kız olarak doğan biri de yaşar belki yaşamasına, ama ruhsal olarak kuma gömülmüştür. Cinsellikten, hayattan, kendinden haz alamaz. Haz hayatın motorudur. Haz olmayan yerde ölüm vardır aslında. Böylesi kişilerde kadınlığını reddetme durumu ortaya çıkar. Biraz erkeksi olmayı seçerler. Bir yandan da “ben kızım ama bakın bir oğlan kadar mükemmelim,” durumu gelişir. 7- Katı, kuralcı ebeveynler de sürüngen beyni patron yapan en sık rastlanan örneklerdir. Bu tip aileleri kurallar yönetir. “Doğru” şekilde yapılmalıdır her şey ve asla yanlış yapılmamalıdır. Her şeyin bir doğrusu bir de yanlışı vardır. Ne yapsalar, nasıl yapsalar beğenilmez takdir görülmez. “Daha iyi olabilirler” her zaman. Böylece yanlış yapmaktan korkan, kendisini ve başkalarını yargılayan bir karakter oluşur. Bu tiplerin kafa katılıkları bedenlerine de yansır. Kaskatı dururlar. Boyunları sık sık ağrır. Hatta belki bir süre sonra fıtık olurlar. Gülmeyi bilmeyen, donuk bakışlı biri olup çıkarlar. Migren kaçınılmaz bir arkadaş olur onlara. Cinsel yönden soğuk olurlar. Bedensel teması pek sevmezler. İş hayatlarının ortak kaderi çok uğraşıp, mücadele verip az sonuç almaktır. 8- Cinsel taciz kurbanları… Cinsel taciz, çok sık rastlanan bir durumdur. Fakat kişiler bunu saklarlar. Çocuklar genellikle en yakınları tarafından tacize maruz kalırlar. Abi, dede, amca gibi. Çok küçük yaşlarda böyle bir şeye maruz kalan kişi, sonunda sınırları olmayan biri haline gelir. İnsanlar kolayca onun özel haklarını gasp eder. Saygısızlık yaparlar kendisine ve o sesini çıkaramaz. En küçük eşyalarına bile sahip olamaz sanki. Bir süre sonra cinsel organlarında miyomlar, kitleler oluşur. 9- Sevgisizliğin en etkili boyutu görmezlikten gelmektir! Anne baba kendi meselelerine, hayatlarına, toplumdaki rollerine öyle dalıp gitmişlerdir ki, çocuklarının farkında bile değillerdir. Çocuğu dinlemezler, ona bakmazlar, onunla konuşmazlar. Onların işleri vardır. Onların sorunları vardır. Onların... Böylelikle sinik ve silik bir karakter çıkar ortaya. Kendini güvende hissetmek istiyorsa, sesini çıkarmamalı, öylece durmalıdır. Bunlar bir toplulukta isimleri en zor hatırlanan kişilerdir. Hayalet gibi dolaşırlar. Sesleri kısık, zor anlaşılır bir şekilde çıkar. Özür diler gibi konuşurlar sanki hep şöyle hissederler ve hissettirirler “Yaşadığım için kusura bakmayın ne olur!” Bu kişilerin kendilerine yokmuş gibi davranan bir eşle evlenme ihtimali çok fazladır. Ya da hiçbir zaman tam olarak bağlanmamaları ihtimali... Hayatı içine çekmek, almak hakkına sahip olmadıklarına inandıkları için astım olma ihtimalleri yüksektir. 10- “Sen adam olmazsın” kehanetiyle büyüyenler. Bu tip anne baba ya da sadece biri çocuklarını motive etmek için kendilerince bir yol belirlemişlerdir. Başarılı ve güçlü olması için çocuklarının hep şu sözü söylerler “Sen adam olmazsın!” Hatta bazen motivasyonun dozunu arttırırlar. Örneğin “sen adam olursan köpekler de olur,” gibi… Bu sözlere birkaç tokadın eklenmesi etkiyi bir hayli arttırır. Bu tip bir davranışa maruz kalanlar, bu kehaneti gerçekleştirmekten başka çareleri yokmuş gibi davranırlar. Ne kadar yetenekli ve akıllı olurlarsa olsunlar, ne kadar çalışırlarsa çalışsınlar gerçekten sonunda onlardan bir şey olmaz. Buradaki sır, sürüngen beynin adam olmayarak adam olmak gibi salakça bir stratejiyi sürdürme inadıdır. 11- Çocuklarını süs bebeği gibi yetiştirerek kendilerine bağımlı kılan anne babalar. Bu tip ebeveynler, “dur senin yerine ben yaparım” durumundadırlar. Çocuklarına güvenmezler. Ya da sanki onlar hiç üzülmesin, kırılmasın, yorulmasın tavrını sürdürürler. Sonunda çocukta, “ben onlarsız bir hiçim” düşüncesi yerleşir. Başlangıçta bu durumu fark etmez. Ama ne zaman ki hayat sorumluluğu sırtına biner daha doğrusu bindiğini hisseder; çünkü omzu o denli güçlenmemiştir, o zaman korkular, sıkıntılar başlar. Ya bir çocuğun doğumu, ya yeni bir işe başlama bu güçsüzlük durumunu tetikler. En küçük bir iş onun için kâbus olmaya başlar. Yemek yapmak sanki dünyanın en zor işi olmuştur. Birdenbire bir geri dönüş yaşanır. Kişi yine sanki çocuklaşmıştır. 12- Ölen bir kardeşinin yolunu izleyenler… Kendisinden önce ya da sonra bir kardeşi ölen ya da sakat doğan bir çocuk bu kardeşinin ölümünden kendini sorumlu hisseder. Onun kaderini izlemek eğilimi taşır. Bu kişiler ......r eğilimi taşırlar. Sanki “senin yerine ben” demektedirler. Hayatlarını kötüleştirmek için ellerinden geleni artlarına koymazlar. Sanki üzerlerinde bir lanet varmış gibi davranırlar. Kendilerine özen göstermez, değer vermezler. Sanki birileri her an parmaklarını onlara uzatacak gibidir. … Yukarıdaki örneklerden insanın koşulların kurbanı olduğu sonucunu çıkartacağımız kesindir. Ama durum hiç de öyle değil. Bu resmin sadece bir kısmıdır. İnsan seçen bir varlıktır. Hem de en üst düzeyde. İnsanın derin düzeylerinde tüm resme hâkim olan yanı. Hangi aileyi seçerse hangi çekirdek inanca ve stratejiye sahip olacağını bilir. Seçimini buna göre yapar. Çünkü bu stratejiyle yola çıktığında, bu hayat için hatırlamayı amaçladığı bilgeliği fark etme şansı olacaktır. Yani insan başından sonuna kadar ve her konuda, her şeyi kendisi planlar. Ve her ürettigim sey bana bir çok zenginlik katar. Çünkü ben ürettiklerimle insanlarin hayatlarina anlayis, saglik, umut ve konfor ve güzellik katarim. Ürettiklerim onlarin hayatlarinda fark yaratir. Onlar da bana bunun bedelini sevinçle ve bolca öderler. Bu arada gereksiz israftan, bosuna ve gösterise yönelik harcamadan kaçynirim. Çünkü bilirim ki yaradan israftan hoslanmaz. Gereksiz harcamalarda dikkatli, ama kendim ve baskalarinin hayatina katkida bulunacak harcamalar için cömertim. Bollugu hayatima çeker ve bollugu olustururum. Her an yaratip çogaltan yaradanin bu oyununa ben de katilmis olurum böylece Öncelikle şükürlerim hiç yoktan var olduğum için. * O'nun bendeki özüne şükrederim. * Beni özene bezene yarattığı ve bana akıl verdiği için. * Alemlerde kimseye vermediğini bana verdiği için; seçme özgürlüğünü! * Aklımda tasarlayabildiğim, plan yapıphayal kurabildiğim için. * Bana deney yapma imkânı verdiği için. * İstediğim kişi olma imkânını verdiği için. * Bazen kadın, bazen erkek. * Bazen zengin, bazen fakir. * Deneyebildiğim için. * Bana bu deneyleri yapacak bir alan, dünya ve yaşam verdiği için. * Benle birlikte gelişen yol arkadaşlarım için. * Onlar olmasaydı kendimi tanıyamazdım. * Bana yardımcı olan melekler için. * Çevremdeki binlerce çeşit hayvan için. * Biz onlarla birlikte bu yolculuğu yapıyoruz. * Kediler, Kuşlar, böcekler, atlar ve diğerleri için. * Düşünebildiğim için. Gülebildiğim için. * Ağlayabildiğim için. * Kahkaha atabildiğim için, çünkü böylece her şey birden anlam kazanıyor. * Ağlayabildiğim için, çünkü böylece kirlerimden arınıyorum. * acılarım ve sevinçlerim için, çünkü onlar benim kalbimin güçlü olmasını sağlıyorlar. * Ailem için, çünkü onlarla yalnızlığımı paylaşıyor ve kendi benliğime anlam veriyorum. * Gözlerim için, onlarla çevremi açık, berrak ve renkli görüyorum. * Yanlışlarım için şükrederim, çünkü onlar sayesinde öğreniyorum. * Kıyafetlerim için, kitaplarım için, seyrettiğim filmler için, güzel gösteriler için şükrederim. * Çocuklar için şükrederim, onlar bana hayatı sevdiriyorlar. * Yeteneklerim için şükrederim, onlar kendime saygı duymamı sağlıyorlar. * Aptallıklarım için şükrederim, onlar beni akıllı yapıyorlar. * Şükredebildiğim için şükrederim. * Bana acı veren insanlar için şükrederim, onlar sayesinde kendimi tanıyorum. * Ellerim için, kollarım için, ağzım ve burnum için şükrederim. * Onlar benim harika araçlarım. * Ayaklarım için, onlar beni istediğim yere götürüyorlar. * Şükrettikçe çevremde yüksek nitelikli bir alan yaratıyor ve bütün yüksek nitelikli araçları kendime çekiyorum. * Mutluluğu, gücü, sevgiyi, neşeyi yaratacak araçları kendime çekiyorum. Sevgi ve 'Işık'la DÜŞÜNMEYE ALIŞMAK GEREK * Nasıl ki kaslarımız hareket ettikçe gelişiyorsa, Düşünce Gücü de düşünme alıştırması yapa yapa gelişir. Düşünce ilk anda sanıldığı gibi kendiliğinden oluşan bir iş değildir. Bunun için önce boşalmak ki bu da bir çabayla Başarılır , sonra istediğimiz konuyu aklımıza tesbih etmek çekmek gerekiyor. * Düşünceyi dış dünyaya yöneltmek ve onu düzenlemek için kullanmanın yanı sıra, asıl zor olan ve yapılması şart olan, düşünceyi kendi gönlümüze yöneltmektir. Kendi duygularımızı, davranışlarımızı objektif bir gözle irdelemezsek, giderek düşüncelerimiz de gerçek dışı olmaya başlayacaktır. O zaman kendimizi gerçeğe değil, gerçeği kendimize uydurmaya çalışırız. Zihnimiz kendi haline bırakıldığı zaman başıboş dolaşan enerji girdaplarıyla dolar. Gelişigüzel bir şekilde, bir geçmiş anılarımız O da çarpıtılmış olarak, bir gelecekle ilgili tasarılarımız danseder kafamızın içinde. Üstelik bütün bunlar, dışarıdan bizim bilinçli bir müdahalemiz yoksa, hep geçmiş kalıpları tekrar eden bir şekilde hareket eder. " Alışkanlığın kısır döngüsü " diyebileceğimiz bu dinamik, şöyle gelişir Diyelim siz matematiksel zekanızın olmadığına inanmışsınız. Bir sınava girdiniz ve karşınıza bir matematik problemi çıktı. Hemen ototmatik düşünce sisteminiz harekete geçer. "Bu problemi yapamayacağım" Neden? Çünkü gerekli formülü hatırlamıyorum" Neden? Çünkü " Benim matematik zekam zayıftır." İşte başlangıçtaki inancınıza geri dönmüş oldunuz. Böylece kader ağlarını ördü ve "Kendi kendini gerçekleştiren Kehanet" tekrar ortaya çıkmış oldu. YANLIŞ KABULLENİŞLERİN ACIMASIZ EGEMENLİĞİ Otomatik olarak, kabul ettiğimiz bir çok yargı vardır. Bazen bunları hiç ölçüp tartmadan kabul ederiz ve hayatımızı bu yargılarla göre düzenleriz. " Erkekler zaten böyledir", "Bu dünya sert dünyası" gibi kabullerimizin esaretinde kurarız dünyamızı. Ama bütün bunların doğruluğunu araştırmayız. Sonra da işler ters gitmeye, gerçekler gelip gelip yanlış yargılarımızı zorlamaya başladıkça, talihimize küser otururuz. Eğer hayatımızı mutlu ve verimli kılmak istiyorsak bu " Yanlış Yargılar Hegomonyasından " kurtulmanız gerekiyor. Neden? Niçin? Nasıl? sorularını bu yargıların üstüne bombardıman etmeniz gerekiyor. Eğer tabii ki mutlu olmak ve verimli yaşamak istiyorsak! Kim mutsuz olmak ister ki ? dediğinizi duyar gibi oluyorum. Ne yazık ki, küçük yaşlarda mutlu olma alışkanlığını edinmemiş birinin "Mutlu olma hakkını" savunması çok güçtür. O kişi mutsuzluğun, verimsiz ve güdük bir hayatın doğal olduğunu düşünecek ve öyle yaşayacaktır. Çünkü düşünce alışkanlığı yoktur. Çünkü beyinsel bağlantılarının otoyol ağı vaktiyle kurulmamıştır. Bu bağlantı kurulmuş olsa bile yanlış kurulmuştur. Ülkemizde hem eğitim sistemimiz, hem de kültürel kalıplarımız düşünmeyi teşvik edici değil düşünmeyi iğdiş edici bir yapıdadır. Bu yüzden akıl dışı, gerçek dışı bir değerler sistemi kök salmıştır beyinlerimizin içine. Bu yüzden insan hayatı mutluluğa, Başarıya değil; mutsuzluğa ve Başarısızlığa mahkumdur. Bir yandan da düşünmeye başlamış, tartışan araştıran bir yeni dalga da oluşmuyor değil hiç şüphesiz. Bu iki kafa yapısı arasında gittikçe artıp gelen bir çarpışma ve tartışma anaforu oluşmakta. BEYNİN VE BİLİNÇALTININ SONSUZ POTANSİYELİ İnsan düşünce ve bilgi gücü neredeyse SONSUZ diyebileceğimiz bir potansiyele sahiptir. Aslında insan beyni "Sonsuzluğa Açılan Kapı" desek doğru söylemiş oluruz. Araştırmacılar, ortalama her beyinde beyin hücresi olduğunu keşfettiler. Bu sayıyı daha bir gözönüne getirebilmek için şöyle bir örnek verebiliriz. Dünya'daki tüm telefon sistemleri ağı bir araya gelse, beyne oranla sıradan bir bezelye tanesi büyüklüğünde bir parça işgal eder ancak. Herhangi bir dakikada beynimizde ila kimyasal reaksiyon yer alır. Eldeki bu verilerle bir beynin yapabileceği bağlantıların kaç olduğunu tahmin edersiniz? 1 den sonra yanınbna kilometre daktiloyla yazılmış sıfırlar. Bir de buna beynin sağ yarım küresiyle sol yarım küresi arasındaki alışverişi eklerseniz! Beyin üzerinde araştırmalar yapan Profesör Anokhin, beynini tümüyle kullanan bir insanın şimdi ve şimdiye kadar yaşamadığına ikna olmuş. Beynini birazcık kullanan insanlar neletr yapabiliyor bir de buna bakalım. Antonio de Marco Magliabechi kitapları okumuyor adeta fotoğrafını çekiyordu. Müthiş bir süratle okuduğu kitapları noktası virgülüne kadar aynen hatırlıyordu. Christian Friedrich Heinecken iki yaşında İncil'in tarihini tüm gerçeklerini kapsayacak ölçüde biliyordu. Üç yaşında Dünya Tarihi ve Coğrafyasını öğrendi. Dört yaşında Latince ve Fransızca konuşmayı öğrendi. Paul Charles Morphy 1837'de New Orleans'ta doğdu. Bir satranç dahisi. Dünya Şampiyonluğuna giderken bir yandan Hukuğu bitirdi ve dört dil öğrendi. Bu şaşırtıcı hünerlerine ilaveten, Morphy bir başka dalda belki de ilk ve tek uzman oldu. Gözü kapalı Satranç oyunu. Bu liste daha da uzatılabilir. Belki de aklınıza bu kişilerin özel kişiler olduğu, bizim onlar gibi olamayacağımız geliyordur. Buna katılmak mümkün değil. Çünkü onların elindeki malzemeyle bizimkisi arasında arasında hiç bir fark yok. Fark onu geliştirmiş olmaktan kaynaklanıyor. BİLİNÇALTI BİLGELİK DEPOSU Bizim bilinçaltımız hem bu hayatımızın bütün bütün duygu ve düşüncelerimizin, anılarımızın deposudur, hem de bütün geçmiş hayatlarımızın. Düşünün belki de yüz, ikiyüz hayat! Bunların tüm bilgi deposu istendiğinde yararlanabileceğimiz bir kaynak olarak orada öyle durmaktadır. Bizim YÜKSEK BENLİK diyebileceğimiz bu bilgelik merkezi, şimdiki bilincimiz tarafından perdelenmedikçe ortaya çıkartılıp kullanılabilir. YÜKSEK BENLİĞİMİZ bize çeşitli şekillerde ulaşmaya çalışır. RÜYALARLA, SEZGİLERLE, DUYGULARLA, ANLAMLI RASTLANTILAR oluşturarark. Bütün bunları iyi deşifre edebilmek için o yönde düşünmek ve uyanık olmak alışkanlığını geliştirmek gerkir. Bunun yolu da sessiz ve sakin kalmak. Durup sezgilerin, ilhamların içimizden akmasını beklemek. Yaşadığımız her olayın bir mesaj niteliği taşıdığını görmeye alışmaktır. Böyle oldukça düşünce bize dışarıdan değil, belli bir çabayla zorlayarak değil, sakin ve gevşemiş haldeyken gelir. Bir çok önemli buluşun ve bir çok büyük Sanat eserinin uykudayken küçük ipuçlarıyla gelmesi bu yüzdendir. DÜŞÜNCEYİ KENDİMİZİ ANALİZ İÇİN KULLANMAK Dış dünyayı anlamak, iyi satranç oynamak, kitap ezberlemek, dil öğrenmek amacıyla düşünme gücümüzü kullanmak bir ölçüde kolaydır. Asıl zor olan ve bir o kadar da gerekli olan kendi kendimizi anlayabilmek ve değiştirmek amacıyla düşünce gücümüzü kullanmaktır. Çünkü bu durumda düşünen bilincin kendisini gözlemlemesi gibi çift katlı bir devreye girer. Biz doğumumumuzdan başlayarak, hatta doğumdan önceki hayatlarımızda, hep kendi benliğimizle başbaşa olduğumuz yanlışlarımızı kanıksarız. Onları doğru sanırız. Hatta giderek yanlışlarımızı KENDİMİZ sanmak gibi bir çarpık düşünceye kapılırız. Hatta daha da ilerisi bu Benliği ideal bir Benlik olarak kabul ederiz. Bu ideal Benliğimizi savunmak için her türlü yolu deneriz. Sanki hatalarımız ortaya çıkınca kendi varlığımızı kaybedecekmiş gibi bir hisse kapılırız. Gerçekte BİZ Hatalarımız değiliz, BİZ değişen duygularımız değiliz, BİZ değişen kararlarımız değiliz, BİZ değişen bedenimiz değiliz, BİZ değişen düşüncelerimiz değiliz, Bütün bunların ötesinde, değişmeyen bir Benliğimiz daha var. Gözlem yapan izleyen Ben'imiz. Kendimizi bu bilinçle algıladığımız zaman duygularımızı, düşüncelerimizi, yaptıklarımızı dışarıdan seyredip gözlemleyerek düzeltme şansımız olabilir. ARINDIRILMAMIŞ GÖNÜL ÇARPIK DÜŞÜNÜR. ARINMIŞ GÖNÜL EVRENSEL AKILLA BİRLİKTE DÜŞÜNÜR. İnsan dış dünyaya bakarken, kendi duygusal gözlüğünün müsaade ettiği biçimde algılar herşeyi. Bunu hepimiz bir ölçüde kendi yaşamlarımızdan biliriz. Keyifli ve güzel bir şey yaşadığımızda herşey gözümüze güzel görünür. Moralimiz bozuk olduğu zamansa aynı şeyler sıkıcı gelmeye başlar. Kızgın birinin bakışı, hep sinir bozucu şeylere odaklanır. İyimser biri herşeyin iyi taraflarını görür. Buraya kadar bir ölçüde çok bilinen bir gerçeği söylemiş oluyorum belki. Fakat işin bir başka boyutu daha var! Biz dünyaya nasıl bakarsak dünya da bize öyle yanıt verir. Şanssız olduğunu düşünenin işleri hep ters gider. Karamsar kişi hep acıklı olaylarla karşılaşır. İyimser kişi çevresine hep uygun kişileri ve uygun olayları çeker. KENDİNİ İYİ TANIMANIN GÜCÜ Kendini çok iyi tanıyan biri, olayları, insanları çok iyi gözlemleyebilecek güce ulaşır. Çünkü bakışında belli bir önyargı yoktur. Herşeyi olduğu gibi görür. Böyle olunca da, o kişi için dünya, olanaklar, güzellikler ve fırsatlar dünyasıdır. Bu kişide yapıcı yaratıcı yetenekler filizlenmeye başlar. Düşüncesi süratlenir ve derinleşmeye başlar. Yavaş yavaş kendinin sanki bir bilgi ve sevgi okyanusunda olduğunda hisseder. Bu okyanus, ihtiyaç halinde her türlü bilgiyi bize ulaştıran bir denizdir. İşte o zaman, beş duyunun ötesinde bir görüş ve algılayış alanına adım atılmış olur. Gözün görme sınırları ötesinde bir görüş, kulağın duyma eşiğinin çok ötesinde bir işitme yeteneği olduğu çıkar ortaya, insanın kendi aklı Evrensel Akıl'la birliktre çalışmaya başlar. HAYAL GÜCÜ SEZGİSEL DÜŞÜNCENİN ÇİÇEĞİ Hayal gücü insanın düşüncelerinin mükemmel bir şekilde resimleştirilmiş halidir. Hayal gücü de geliştirilip mükemmelleştirilebilir. Hayal gücü düşünmekten öte bir şeydir. Gerçekleşmeye en yakın düşüncedir Hayal! Kelimelerle değil şekillerle düşünmeye başladığı zaman insan beyni fikir oluşturmakla kalmaz, daha da ilerisi YARATMAYA başlar. Eğer bu Hayaller gücü ve devamlı bir arzuyla desteklenirse, bir de kafamızdaki fotoğraf bir de sesler ve renklerle zenginleştirilirse gerçekleşme olaslığı artar. Bu konuda günümüzde bir çok araştırma yapılmaktadır. Fakat en iyi araştırma insanın kendi hayatında hayal gücünün mucizelerini DENEYEREK görmesidir. üşünce gücünün mucizesi artık her alanda etkinliğini hissettiriyor. Migren, Alfizem gibi fiziksel hastalıklar, düşünce gücüyle tedavi edilebiliyor. Tek yapmanız gereken, hastalıktan kurtulmayı gerçekten istemek. Hastalığın oluşma nedeni ve düşünce gücüyle tedavi ; Fiziksel bir sorunun olduğunda listeyi kullanma yolu 1. Sorunun zihinsel nedenine bak ve bunun senin için doğru olup olmadığını düşün. Değilse, sessizce otur ve kendine sor “Bende bunu yaratan hangi düşünceler olabilir” 2. Şu sözleri tekrar et “Bilincimde bu koşulları yaratan düşünce kalıbını bırakmaya hazırım.” 3. Yeni düşünce modelini birçok kez tekrar et. 4. İyileşmenin zaten başlamış olduğunu varsayıp, iyileşmeyi kabul et. Addison hastalığı Derin boyutta duygusal yoksunluk. Kendine duyulan kızgınlık. “Bedenimin, düşüncelerimin, duygularımın bakımını sevgiyle yapıyorum.” Adrenal sorunlar Yenilgi duygusu. Kendine aldırış etmemek. Endişe “Kendimi seviyorum ve onaylıyorum. Kendime bakma isteğini duyuyorum.” Ağlamak Gözyaşları hayatın ırmaklarıdır. Üzüntü ve korkudaki kadar sevinçte de gözyaşı dökülür. “Tüm duygularımda huzur içindeyim. Kendimi seviyorum ve onaylıyorum.” Ağrılar, Sızılar Sevgiye hasret çekmek. Dokunulmayı özlemek. “Kendimi seviyorum ve onaylıyorum. Sevecen ve sevilen bir insanım.” AIDS Kendini reddetmek, cinsel suçluluk ve yetersizlik duygusu. “Hayatın kutsal ve görkemli bir ifadesiyim. Cinselliğimden haz duyuyorum. Kendimi seviyorum.” Akciğer sorunları Hayatı kabul etmemek. Depresyon. Üzüntü. Dolu dolu bir yaşama kendini layık görmeme. “Hayatım mükemmel bir denge içinde. Hayatı dolu dolu yaşamaya hakkım ve kapasitem var.” Akıntı Eşe duyulan kızgınlık. Cinsel suçluluk duygusu. Kendini cezalandırma. Başkaları, kendime duyduğum sevgi ve saygının aynalığını yapıyor. Cinselliğimin coşkusunu yaşıyorum.” Allerjiler Kime allerji duyuyorsunuz? Kendi gücünü reddetmek “Dünya güvenli ve dostça. Güvencedeyim. Hayatla barış içindeyim.” Alkolizm Ne yararı var? Yararsızlık, suçluluk, yetersizlik duygusu. Kendini reddetme. “Şu anda yaşıyorum. Her an yeni bir an. Özdeğerimi görmeyi seçiyorum. Kendimi seviyorum ve onaylıyorum.” Alzheimer hastalığı Yaşamı terketme arzusu. Hayatı olduğu gibi kabul edememek “Herşey doğru zaman ve mekan sıralaması içinde gelişiyor. Her şey olması gerektiği gibi oluyor.” Amfizem Yaşam korkusu. Kendini yaşamaya layık bulmama. “Dolu dolu ve özgür yaşamak en doğal hakkım. Hayatı ve kendimi seviyorum.” Amnezi Korku, hayattan kaçış. Kendi ayakları üzerinde duramama. “Zeka, cesaret ve özdeğere daima sahibim. Hayatta olmayı seviyorum.” Kuantum terapotik şifa Şifanın etkileyici seviyeleriyle aktive edilen sevgi ve niyetimizin gücüyle ana kaynakla temasa geçerek ulaştığımız titreşimlerle denge ve rahatlama sağlanmasına kanal olan uygulayıcının elerinden güç dolu ve saf şekilde akan şifa enerjisi, ruhu, bedeni, zihni sararak enerji kanallarındaki tıkanıklıkları ve olumsuz duyguları temizleyerek arınma sağlar ve hastalıkların kaynağını şifalandırıp gerekli duygusal boşalmalara yardımcı olur. Nefesimiz yardımıyla çakralarımızdan topladığımız enerjiyi ellerimiz ve nefesimiz yardımıyla hafif dokunuşlarla şifa olarak aktarma gücüyle bedenin kendini şifalandırmasını sağlar. Uygulayıcı beden taraması ve nefes tekniklerini kullanarak kendi titreşimini en yüksek seviyeye çıkarmasını öğrenmiştir. Ellerini enerjisi düşük bir bedene uzattığında, o beden kendi frekansını uygulayıcının titreşim frekansına uyumlayacaktır. Yüksek frekansa geçen beden zekası aldığı bu enerjiyi nasıl kullanacağını iyi bildiğinden şifanın gerçekleşmesi için gerekeni yapacaktır. Şifacılar pozitif enerji üretirler bunu negatif enerjinin yerleşmiş olduğu auraya çakralara ve bedene aktarırlar. Sağlıklı enerjiyi alan hasta organ rezonansa uyumlanarak sağlıklı haline dönüş yapar ve şifa yerini bulmuş olur. Bizi çevreleyen evren sonsuz ve tükenmeyen bir enerjiye sahiptir. Bu bizi canlı tutan büyük bir gücün dalga boyutudur. Tekrar canlandıran ve düzenleyen ruhsal kaynaktır. Özünde taşıdığı güçlü, uyumlu enerji yoluyla daha dengeli rahat bir seviyeye gelinmesine yardım eder. Bedenimizde oluşabilecek her hastalığın duygusal bir yanı olduğunu biliyoruz. Bastırılmış ve çözümlenmemiş duygular şifa titreşimlerini bloke ederek hastalığa neden olurlar. Şifalanan bedende bu blokajlar tıkanıklıklar açılır. Organların fiziksel ruhsal duygusal bedenlerin acı ve hastalıktan şifa bulup beslenmelerini dolayısıyla mutlu ve sağlıklı olmayı sağlar. Tüm canlılar yaşam enerjisiyle doğarlar, yaşam enerjisi seviyesi düşük olanlar daha sık ve kolayca hasta olurlar. Ruhsal ilke ve yasalara yani öz varlığına uygun biçimde yaşayan bir insan kolay kolay hasta olmaz. Şifalanan beden sükunet ve sakinliğe, yeni bir yaşam şekline ulaşır. Sadece fiziksel bedeni iyileştirmekle kalmaz aynı zamanda duygulara zihne ve ruha da etki ederek rahatlama güvenlik vb. gibi birçok duygunun hissedilmesine yardımcı olur. Hafif dokunuşlarla ağrıların azaldığını yaraların kapanmaya başladığını hatta kemiklerin kendiliğinden düzene girdiğini görebiliriz. Kendimizin ve başkalarının enerji frekansını yükseltip, bedenin kendi kendisini iyileştirmesi ve yaşam kalitesini arttırmasını sağlar. egonun kodlanması kodlamalar şöyle çalışılıyor 1- karşındaki kişi ellerini çarpı yaparak omuzuna onun arkasına geçerek ellerinin üzerini ellerini koyarak sen benim sürüngen beynimsin diyorsun kişiyi 3 defa ama karşındaki kişinin göözleri kapalı olacak 2- kişinin önüne geçip ellerini sana uzatarak eller avuçları birbirine bakacak senin elin üstte olacak şekilde şunları söylüyorsun. 3-sen saf enerjiden yaratılan sevgi ve huzursun defa ve aynı şekilde sen kaynağa bağlısın diyeceksin 3 defa. 4-kişiye hissediyorsun kendini diye benim sürüngen beynim olarak kişi bu işleme uygunsa sana sende ara sıra olabilen şeyleri söyleyecektir senin bildiğin ama farkedemeğin şeyleri bir nevi fal gibide kesinlikle fal değildir.. bisüre ona sorular sor. aldığın cevaplar tatmin etmiyorsa seni. 5-birbiirnizle sarılın seni seviyorum bisüre kalın kendinle barışma anıdır affediyorum,seni olduğun gibi kabul ediyorum onaylama kelimeleri kullan kişiye. 6-ellerinizi gene avuçlar birbiirne bakacak şekilde senin ellerin üzerinde olamlı yaşamında nelerin olmasını istiyorsan söyle değerliyim, sağlıklıyım,huzurluyum,bilgeyim,hatırlıyorum, enerjimize uygun işleri insanları hayatımıza çekelim uygun olamayanların gitmelerine izin odaklıyım,evren bana hizmet kullanmayı ve ifade etmeyi seçiyorum şimdi andan itibaren diyorsun. 8- gene kuacaklaşma. 9- senin ller altta olarak kişi sana söylediklerinin hepsini uygulayacağıma sana söz veriyorum diyecek seni seviyorum kelimeleri kullanılacak barışma olacakkendinle sarılacaksınız. 11-sen kişinin arkasına gecerek kişinin adını soyadını söyleceksin mesala kişinin adı pembe yetişen olsun . sen mustafa karademirsin diyeceksiniz kuantum sağlık çalışması neren ağrıyorsa mesala diyelimki başın ağrıyor 1- karşındaki kişi ellerini çarpı yaparak omuzuna onun arkasına geçerek ellerinin üzerini ellerini koyarak sen benim başımsın sen benim başımsın sen benim başımsın diyorsun kişiyi 3 defa, 2- kişinin önüne geçip ellerini sana uzatarak elleriniz avuçlarınız birbirine bakacak senin elin üstte olacak şekilde şunları saf enerjiden yaratılan sevgi ve huzursun sen saf enerjiden yaratılan sevgi ve huzursun sen saf enerjiden yaratılan sevgi ve huzursun defa ve aynı şekilde sen kaynağa bağlısın sen kaynağa bağlısın sen kaynağa bağlısın diyeceksin 3 defa. 3-kişiye hissediyorsun kendini diye benim başım olarak neden ağrıyorsun neyi farketmem gerekiyor bu işleme uygunsa sana bişeyleri söyleyecektir senin bildiğin ama farkedemeğin şeyleri bisüre ona sorular sor. aldığın cevaplar tatmin etmiyorsa seni. 4-birbiirnizle sarılın seni seviyorum bisüre kalın başınla ağrınlarınla barışma anıdır affediyorum,seni olduğun gibi kabul ediyorum onaylama kelimeleri kullan sonra dediklerini yerine getireceğim söz veriyorum diyeceksin 5-ellerinizi gene avuçlar birbiirne bakacak şekilde senin ellerin üzerinde olamlı yaşamında nelerin olmasını istiyorsan söyle değerliyim, sağlıklıyım,huzurluyum,bilgeyim,hatırlıyorum, enerjimize uygun işleri insanları hayatımıza çekelim uygun olamayanların gitmelerine izin odaklıyım,evren bana hizmet sallığımı kullanmayı ve ifade etmeyi seçiyorum şimdi andan itibaren diyorsun. 7- gene kuacaklaşma. 8- senin eller altta olarak kişi sana söylediklerinin hepsini uygulayacağıma sana söz veriyorum diyecek seni seviyorum kelimeleri kullanılacak barışma olacak ağrılarınla başınla sarılacaksınız. 10-sen kişinin arkasına gecerek kişinin adını soyadını söyleceksin mesala kişinin adı efsal yetişen olsun . sen efsal yetişen sin diyeceksin 3 defa Kuantum Düşünce Tekniğiyle hem aşkı keşfetmek hem de hayatınızı renklendirmek elinizde. Aşkın ve mutluluğun sırrının Einstein'in Kuantum Teorisinde gizli olduğunu biliyor muydunuz? Einstein bu teoriyi bulduğunda aslında gerçek mutluluğun formülünü çözdüğünü düşünmemişti sanırız. Oysa tüm dünyada Kuantum Teorisi artık beyin gücümüzü ve benliğimizi keşfetmek amacıyla kullanılıyor. Latince "Quanta", yani "kaç" sözcüğünden gelen Kuantum, atomların sıçrayışı ve bir yerden bir yere kaçışını ifade ediyor. Atomların hareketlerini incelerken, belli bir noktadan sonra hareket ve kütlelerinin neye göre değişiklik gösterdiğini çözümleyemeyen bilim adamları, beyindeki hareketliliğin yani düşüncelerin de kendi gönderdiğimiz enerjiye göre oluştuğunu görüyor. Yani beynimiz, Kuantum alanına gönderdiğimiz enerjiye göre yeni ve farklı düşünceler üretiyor. İçimize kapanıp negatif enerjiyle yüklendiğimiz zaman beynimiz kısırdöngüler ve tekrar eden düşünceler üretmekten öteye gidemiyor. Beynimizde oluşan Kuantum sıçraması daha önceki düşüncelerimizin dışına çıkıp yeni bir şey oluşturmamızı sağlıyor. Siz "Benim kimliğim ve kişiliğim bu,ben bunların dışına çıkamam" dediğiniz sürece, gerçek mutluluğu da maalesef bulamıyorsunuz. "Ben artık değiştim" diyebilmek bu noktada önem arz ediyor olmalı. Sevmenin, insan yaratıcılığını ve mutluluğunu en üst düzeye ulaştırdığını söyleyen Günseli, "Biz insanlara önce kendilerini, sonra da tüm evreni sevmelerini öğretiyoruz. Aşık olduğunda insanın beyninin maksimum yaratıcılığa ulaştığını belirten Günseli, istediğiniz her şeyi kendi düşünce gücünüzle gerçekleştirebileceğinizi söylüyor. Kendimizi hayata açtığımız sürece etrafımızdaki tüm pozitif enerjileri çekiyor ve yenileniyoruz. Aşk da aynen hayatı yaşamak gibi. Kendinizi karşınızdakine açar ve tümüyle sunarsanız, yepyeni ama çok daha güzel bir benlik oluşturabiliyorsunuz. Belki bu benliği oluştururken pek bir parçalanıp, dağıldığımız doğru ama bu sonunda bize çok daha güçlü bir benlik kazandırıyor. Şanal Günseli Kızılderililerin bir atasözünü hatırlatıyor."İki şey gizlenemez; duman ve aşk". AŞK SAKLANMAZ Günseli, "İki insanın birbirine aşık olduğunu hemen anlarsınız. Çünkü farkında olmadan yaydıkları bir çekim enerjisi vardır. İnsanların bedensel varlığı dışında,bir de kuantumsal enerji varlığı vardır. Eğer gözümüz Ultra-V ışınlarını görebiliyor olsaydı,biz de o iki insan arasında gidip gelen ışınların farkına varırdık. Zaten o çekim enerjisiyle mutlaka yan yana gelmek ya da iletişime geçmek isterler." Aşık olduğumuzda maksimum seviyeye ulaşan kuantumsal enerji, gözlerin parlamasına,başımızın ve bedenimizin daha dik durmasına neden oluyor. Beyin olumlu bir enerjiyle harekete geçtiğinde gözler ışık saçarken, vücudumuz da içine kapanmak yerine, kendini dışa doğru açma eğilimi gösteriyor. Kısaca önce kalbimiz, sonra da beynimiz... Biz onları hayata açtığımız sürece aşk da, mutluluk da, başarı da bize kapılarını açıyor. SEVGİLİ / EŞ İLE İLGİLİ SORULAR Nasıl bir ilişki istersiniz? Nasıl bir iletişim ve karşılıklı etkileşim olmasını istersiniz? Nasıl bir samimiyet ve cinsel hayat istersiniz? Birlikte nasıl bir hayatı planlamak istersiniz? İdeal eşinizle tanışsaydınız, o da size aşık olur muydu? Başka bir insan için "mükemmel" bir eşmişiniz? İdeal eş olmak için ne yapmak, neye sahip olmak istersiniz? Birlikte ne gibi maceralar yaşamak, nasıl tatillere gitmek ve faaliyetler yapmak istersiniz? Birlikte yaşayacağınız evi nasıl hayal ediyorsunuz? İdeal eşinizi nasıl hayal ediyorsunuz? İdeael eşinizle bir ilişki içinde olduğunuzu henüz farkı etmediyseniz, neyi çökertmek istersir İlişkinizin hangi alanlannda daha fazla kontrol sahibi olmak istersiniz? Eşinizle birlikte gelecek için ne gibi planlarınız var? Akıl hocası yada öğretmen olarak kimi istersiniz? İlişkilerle ilgili hangi kitapları okumak istersiniz? Birlikte yada bağımsız olarak hangi kurslara katılmak istersiniz? Size nasıl meydan okunmasını istersiniz? Nasıl desteklenmek istersiniz? kuantum kahkahaları sonsuz ve tanımsız kahkahalar kuantum kahkahaları Yeni Bilinç ve Mizah Yeni bilinçte mizah arabayı çalıştıran enerji kaynağı benzin gibidir. Gülmek neredeyse hayatidir. Yaptığımız yaşam yolculuğu sırasında tüm kalıplarımızı kırmayı öğrenir ve inanç sistemlerimizi salıveririz. Bu eskiden ciddiye aldığımız her şeye gülebilmeye götürür bizi. Yeni bilinç bir anlamda ciddiyeti salmak demektir. Eğer dünyada kendi yolculuğumuzu yapıyorsak, iyi –kötü diye bir şey yoksa, ciddiye alınacak hiçbir şey de yok demektir. her şey deneyimdir, başarı-Başarısızlık yoktur, bu ilk öğrendiğimiz kavramlardan biridir. Burası bir oyun alanıdır, bizlerde kendi deneyimini yaratan oyuncularız. Farketsek de fark etmesek de kendi oyunumuzun senaryosunu yazar, oyunu biz yönetir, başrolümüzü oynarız. Bunun bir oyun olduğunu bildiğimizde ne kendimizde, ne diğer insanlarda, ne dünyanın gidişatında bizim ciddileşmemizi gerektirecek hiçbir şey yoktur aslında. Bu elbette başkalarına anlayış, ilgi,sevgi ve şefkat göstermemek demek değildir. Duygularımızı şimdi anında olduğu gibi yaşamamak, içimizden ağlamak geldiğinde ağlamamak vs demek değildir. Oyun içinde anda ne hissediyorsak onu yaşarız, yaşamaya izin veririz. Ancak durum ne olursa olsun, ona başka bir bakış açısıyla, daha hafif bir bakış açısıyla bakabiliriz demektir. İnsan sınırlılıkları ölçüsünde gülmekte de ölçülüdür. Özgürleştikçe gülmekte de özgürleşiriz. Nelere gülebiliyoruz? Kendimize! Başkalarına, komik olaylara, komedi filmlerine! Nelere gülebiliriz? Her şeye gülebiliriz, her şeye... Bu ilk bakışta insan benliğe tuhaf ve meydan okuyucu gelebilir. Evet komedi olarak algıladığımız şeylere gülebiliyoruz ama bir drama nasıl gülebiliriz? Başkalarına onlarla alay etmeden, incitmeden gülebilir miyiz? Dramın içindeyken, ya da onu hissederken. Belki tam o anda gülemeyebilirsiniz, peki ya sonra kendinizle baş başa kaldığınızda, onun dışına çıktığınızda, bunun gülünecek yanlarını keşfedebilir misiniz? Sadece yükseliş anlarında, kendinizi çok iyi hissettiğiniz anlarda değil, diğer anlarda da kendinize, yaşama, olaylara, insanlara, her şeye gülebilir misiniz? Gülmemekle ilgili toplumun belirlediği kalıpların dışına çıkabilir misiniz? Ya yaşamla ilgili kalıpların dışına, size dayatılan iyi bir yaşam hep kendini iyi hissetmek, yüksek enerjili olmak, Başarılı olmak, şu olmak, bu olmak kalıplarının ötesine geçebilir misiniz? Bu sizi gevşetecektir. Bizlere toplu bilinç tarafından dayatılan, klişe olmuş komedi dizilerinin, fıkraların, filmlerin, tüm bunların ötesine geçebilir misiniz? Yeni bilinçte olup olmadığınızı gözlemlerken bunu etkili bir araç olarak kullanabilirsiniz. Bir günde ne kadar gülüyorsunuz? Ve nelere gülebiliyorsunuz? En son ne zaman yüksek sesli, karından gelen kahkahalar attınız ? Buna şimdi bir göz atın ve sonra ileriki bir tarihte yeniden bakın. İçinizde çeşitli özgürlük noktalarına ulaştıkça, onları kucakladıkça gülebildiğiniz şeylerin de genişlediğini ve arttığını göreceksiniz. Aslında çok basit rakamlar bize bununla ilgili ipuçlarını verir. Bir yetişkin günde ortalama ne kadar güler? Bir çocuk ne kadar güler sizce? Araştırma rakamlarına bakabilirsiniz ama sadece soruya bakarak, rakamlara hiçde ihtiyacınız olmadığını göreceksiniz. Bir çocuk bir günde defalarca güler, ya bir yetişkin? Ya siz ?
kuantum düşünce tekniği ile hayatı değişenler