🎰 Recaizade Mahmut Ekrem Araba Sevdası Özet
ArabaSevdası Roman Özeti. Recaizade Mahmut Ekrem’in yazdığı bu roman, edebiyatımızdaki ilk realist romanlardan biridir. Romanda alafranga yaşama özenen, mirasyedi bir paşa çocuğunun içine düştüğü gülünç durumlar işlenir.
ArabaSevdası. Osmanlı Edebiyatının ünlü şairlerinden biri olan Recaizade Mahmud Ekrem’in tek romanı olan Araba Sevdası ilk olarak 1896 yılında yayınlanmış ve büyük beğeni toplamıştır. Türk edebiyat klasikleri arasında yer alan ve tekrar tekrar yayınlanan kitap halen günümüz de okunması gereken romanlar
Araba Sevdası - Roman Özeti. Yayın Tarihi Ocak 12, 2019. ARABA SEVDASI ÖZET KİTAP ÖZETİ ROMAN ÖZETİ. Kitabın Yazarı : Recaizade Mahmut EKREM. Kitabın Konusu. Bir görüşte aşık olan Fransız hayranı savurgan bir şahsın, kendi kendine gelin-güvey olarak yaşadıklarını anlatmaktadır. Kitabın Özeti.
Açıklama Okullara tavsiye edilen bu eser her kesimden herkesin okuması gereken bir romandır. Bu kitap bizim bir klâsiğimiz olduğu kadar, Osmanlı toplumunun son dönemini aydınlatan sosyolojik bir çalışmadır da. Özenle yapılan bu sadeleştirmeyi okurken hem edebî bir zevk alacak, hem de tarihî bilgiler edineceksiniz. (Arka Kapak)
Araba Sevdası adlı realist romanı Türk edebiyatının en önemli yazarlarından biri olan Recaizade Mahmut Ekrem yazmıştır. Araba Sevdası Özet İstanbul’da yaşayan Bihruz Bey aynı zamanda giyinmesini de çok iyi bilirdi.
ArabaSevdası Sadeleştirilmiş Basım. Yazar (lar) Recaizade Mahmut Ekrem. Kategori (ler) Roman, Edebiyat, Türk Klasikleri. Yayınevi İletişim Yayıncılık. ISBN 9789750516689. Yıl 2014. Sayfa 311. E-Kitabı İndir.
ARABASEVDASI (ÖZET) Romanın Yazarı:Recaizâde Mahmut EKREM. Romanın Basım Yeri ve Yılı:İstanbul 1967. Başlıca Kahramanlar: 1)Bihruz Bey:Yirmiüç yirmidört yaşında.Giyinişi,konuşma tarzı ve davranışlarıyla tam bir züppe.Avrupa hayranı 2)Bihruz’un annesi:Saf,temiz ve cahil bir kadın.
XcvYQ. Error 522 Ray ID 73960ca4dc73b8cc • 2022-08-12 031627 UTC AmsterdamCloudflare Working What happened? The initial connection between Cloudflare's network and the origin web server timed out. As a result, the web page can not be displayed. What can I do? If you're a visitor of this website Please try again in a few minutes. If you're the owner of this website Contact your hosting provider letting them know your web server is not completing requests. An Error 522 means that the request was able to connect to your web server, but that the request didn't finish. The most likely cause is that something on your server is hogging resources. Additional troubleshooting information here. Cloudflare Ray ID 73960ca4dc73b8cc • Your IP • Performance & security by Cloudflare
Eser, 1889 yılında yazılmışıştır. Batılılaşmayı hazmedemeyen tipleri eleştiren ilk gerçekçi romandır. Eserin kahramanı Bihruz bey, bir vezirin oğludur. İyi bir eğitim görmemiştir. Babası vefat edince ana-oğula bir servet kalmıştır. Bihruz Bey'in bütün merakı lando denilen, sarı renkli, pek zarif at arabasıyla gezinti yerlerinde dolaşıp oradakilere hava atmaktır. Bunun yanında herkesten şık olmak ve Türkçe cümlelerin arasına -bunu güzel bir şey zannederek- Fransızca sözcükler sokmak gibi huyları da vardır. Bir gün yine Çamlıca'da arabasından inince güzel bir landonun geldiğini ve içinden iki hanımın indiğini görür Bihruz Bey. Bu hanımlardan yirmi yaşında, sarışın bir bayan olan Periveş'e aşık olur. Ancak Periveş, düşkün bir kadındır ve Bihruz Bey'i de alaya almıştır. Keşfi Bey adlı bir arkadaşı, sevgilisini görememekten yakınan Bihruz Bey'e Periveş'in öldüğünü söyler. Bihruz Bey, bir ramazan akşamı Şehzadebaşı'nda dolaşırken Periveş'e rastlar. Ama Periveş, ona kendisini sevgilisinin kız kardeşi olarak tanıtır, Bihruz Bey de bu duruma inanır Böylece bir kez daha alaya alınmış olur. Bihruz Bey, sevgilisinin kız kardeşi sandığı kişiye Periveş'in mezarının nerede olduğunu sorar. Böylece düştüğü komik durumlar eserde anlatılır.
Maceraperest, şımarık ve sorumsuz, babasından kalan mirası fütursuzca harcayan, meşhur alafranga züppe Bihruz Bey’in romanı…Bihruz Bey, bir gün son derece gösterişli landosuyla eğlence yerlerini arşınlarken, sarışın güzel Periveş Hanım’ı görüp âşık olur. Landosunun ihtişamına aldanıp yüksek bir mevkiden sandığı Periveş Hanım aslında hafifmeşrep bir kadındır. Kafasındaansız romanlarından ve şiirlerinden okuduğu aşklara benzer, hayali bir aşk kurgulayan Bihruz Bey bıkıp usanmadan asil sarışınıyla tekrar buluşacağı günü Edebiyatı’nın ilk gerçekçi romanlarından biri olan Araba Sevdası, İstanbul’un Batı’ya özenen sosyete yaşamını komik ve alaycı bir dille ele alır. Recaizade Mahmut Ekrem, son dönem Osmanlı’da Batılılaşma hareketiyle birlikte yaşanan değişimi Bihruz karakteri ile ironik biçimde anlatır. BİRİNCİ BÖLÜM I Üsküdar’dan Bağlarbaşı yolu ile Çamlıca’ya gidilirken Top-hanelioğlu’ndaki dört yol ağzından aşağı yukarı yüz adım ileriye bakılacak olursa, o geniş şosenin sonunda ve tam ortasında, etrafı bir buçuk arşın kadar yüksek duvarlarla çevrili bir ağaçlık görülür. Bu ağaçlığa varıldığı zaman şose sağa ve sola olmak üzere iki kısma ayrılır. Duvarla çevrili olan ağaçlığın büyücek bir kapısı vardır ki, tam iki yolun birleştiği yerin ortasmdadır. Sağ ve soldaki yollardan hangisine gidilecek olursa karşı tarafı yine aynı ağaçlıkla çevrilidir. Ağaçların yanındaki duvar alçacık olduğu için, hayvanlar ve bilhassa insanlar üstünden aşmasın diye, boydan boya teller uzatılarak ayrıca muhafaza altına alınmıştır. Hafif meyilli birer yokuş üzerindeki bu yollardan normal yürüyüşle dört beş dakika kadar gidilince daima duvarla çevrili olan ağaçlık, bir meydancıkta sona erer. Ağaçlığın burada da cephede aşağıdakine paralel bir kapısı vardır. Yukarıdan kuşbakışı olarak bakıldığı taktirde huni şeklinde görünecek olan ağaçlık burada bitiyorsa da iki yol yine birleşmez. Meydancığın otuz adım kadar ötesinde, epeyce geniş ve yüksek bir set üzerinde, eski zaman işi binaları taklit suretiyle yapılmış enli saçaklı, tek katlı bir bina ile bunun etrafında bazı büyücek ağaçlar vardır. Onun üst tarafında başka bir setle başlayan yerde ise birtakım meşe ve servi ağaçlarıyla, zamanında nasılsa kırılmayıp kalan ve oranın “Sarıkaya” adıyla anılmasına sebep olan iri iri sararmış kayalar ve inişli yokuşlu terk edilmiş bir mezarlık vardır. Geçtiğimiz meydancıktan buraya kadar olan mesafe aşağı yukarı beş dakika kadar sürer. Bu mezarlık da geçildikten sonra iki yol hem birleşir, hem de düzleşir. Buradan yine beş dakika kadar yürünürse artık Çamlıca Dağı’nm eteğinde Kısıklı Köyünün çarşısına varılmış olur. Buraya çıkıncaya kadar yorulmadıksa yine aşağı doğru inelim de hududunu ve önemli noktalarını belirttiğimiz yeri inceleyelim. Bu incelemeye de bittabi yine sabıkalı ağaçlıktan başlayacağız. Burası Çamlıca Bahçesi adıyla İstanbul’da en önce düzenlenen ve halkın istifadesine açılan parktır. Birkaç zamandan beri halkın buraya rağbeti azaldığı için birçok günler kapıları kapalı durur. Yazın ve bilhassa ilkbaharla sonbaharda bu bahçeyi açtırıp da aşağıdaki kapıdan içeri girer ve birkaç adım ilerledikten sonra etrafınıza alıcı gözüyle şöyle biraz dikkatlice bakarsanız, büyük, bayındır ve gerçekten gönül açıcı bir bahçe olduğunu derhal anlarsınız. Bahçenin sadece meydana getirildiği tarihte güzel görünmesi fikriyle değil, yıllar gelip geçtikçe ilerde de ağaçların, ormanların büyüyerek alacakları şekle göre, güzelliğini daha da artırarak muhafaza etmesi düşüncesiyle, usta eller tarafından, büyük bir titizlikle düzenlendiği ilk bakışta hemen belli olur. Bu kadar güzel bir bahçeyi meydana getirmek için gayret sarf eden zevk sahibi insanları takdir etmekten kendinizi alamazsınız. Dışarının araştırıcı bakışlarını kesmek için de, kenarlara gayet kısa ve düzgün aralıklarla dikilip gereği gibi geliştirilmiş ve dal budak salıvermiş salkım, aylandız, at kestanesi gibi koyu gölgeli ağaçlarla orta kısımlarda yer yer dikili çınar, kavak, manolya, salkım söğüt ve benzeri türlü türlü, renk renk ağaçların ve bazı yerlerde, insan bakışlarının değil, güneş ışınlarının bile giremeyeceği kadar sıklaşmış ormancıklarm etrafında dolaşır ve bunların hepsini birbirinden daha güzel, daha gönül çekici bulursunuz. Biraz daha ilerleyince, bir düzlüğün ortasında üstü kapalı, etrafı açık kameriyemsi bir şey ve bazı kenar yollar üzerinde kulübe tarzında muntazam ufak ufak binalar görürsünüz. Bunlardan kameriyeye benzeyen şeyin, önemli günlerde çalmak ve okumak için getirtilecek saz takımına mahsus bir yer ve o kulübeciklerin de yiyecek içecek satışı için yapılmış birer büfe olduğunu anlar, bunları da beğenirsiniz. Biraz daha ilerleyince büyük bir göl, onun ortasında şirin bir adacık ve bu adanın kıyı ile irtibatını sağlamak üzere, düzensiz bir şekilde, gelişigüzel yapılan ve ilk bakışta insana tabiiymiş hissini veren çitten köprüler gözünüze çarpar. Adanın üstünde yine işlenmemiş ağaç dallarından ve kütüklerden yapılmış zarif bir köşk görürsünüz. Bunlar da son derece hoşunuza gider. En yukarıdaki kapıdan çıkarak mimli meydancığı geçtikten sonra, set üzerinde yükselen deminki binaya biraz dikkatlice bakarsanız bunun bir gazino olduğunu hemen anlar ve bu bahçenin her bakımdan mükemmel bir park olduğunu tasdik edersiniz. 2 Şu birkaç satırla kabataslak tarif ve tasvir edilen Çamlıca Parkı, o zamanlar şimdiki gibi ıssız, sessiz ve hüzünlü değil, çok şenlikli, çok neşeli, kalabalık bir eğlence yeriydi. Çok emek sarf edilerek meydana getirilen bu parkın nihayet 1870 ilkbaharında halkın istifadesine açılacağı söylentisi ortalıkta dolaşmaya başladı. Bu ilgi çekici haber, eğlence düşkünü birtakım İstanbul gençleriyle bu gibi eğlencelere, yaratılışları gereği, erkeklerden kat kat düşkün olan hanımları harekete geçirdi. Âdeta birbirleriyle yarışırcasına elbise ve süsle ilgili hazırlıklara başladılar. Parkın açılma günü yaklaştıkça bu hazırlıklar da gittikçe hızlanıyordu. Birçok aile her günün her saatinde, hatta mehtaplı gecelerde bu eğlence yerinden daha fazla faydalanabilmek için Çamlıca, Bulgurlu, Kısıklı, Tophanelioğlu ve Bağlarbaşı taraflarında köşkler, evler kiralayarak daha şimdiden buralara taşınmaya başladılar. Nihayet, o yılın mayıs ayı başlarında Çamlıca Parkı törenle açıldı. Dinlenme ve gezintiye mahsus olan cuma ve pazar günleri Beylerbeyi, Üsküdar, Kadıköy gibi Çamlıca’ya civar sayılan yerlerden başka, İstanbul’un en uzak semtlerinden, Boğaziçi’nden ve diğer yerlerden arabalar, hayvanlar ve kayıklarla, hatta yaya olarak gelen kadınlı erkekli insan selinin parka akışı gerçekten görülecek şeydi. Etrafı bir çeyrek saatte ancak dolaşılabilen park, o kadar genişliğine rağmen bu kalabalığı almıyor; onun için halkın bir kısmı kapıdan girdikçe içerdekilerin diğer bir kısmı öteki kapıdan çıkmak zorunda kalıyordu. Böylece gerek yukarıdaki kapıdan, gerek aşağıdaki kapıdan arka arkaya durmadan girip çıkan kalabalık -benzetme biraz kabaca ise de- büyük bir arı kovanını andırıyordu. Arı kovanından farkı, arıların bal alacakları renk renk çiçeklerin de içeride bulunmasıydı… İçeride kalanlardan -alafranga bir deyimle-taife-i lâtifeye1 mensup olanlar, ilkbahar çiçekleriyle yarışırcasına en parlak, en göz alıcı renkler içinde ve üçü beşi bir yerde çiçekler gibi iki taraflarına salınarak gezinirler ve onlardan bal almak hevesiyle birtakım genç beyler de çiçekten çiçeğe konan arılar gibi, bunların arasında ikişer ikişer dolaşıp dururlardı. Parkın dışarısına gelince, o kadar başka bir âlemdi İçlerinde süslü hanımlar, şık beyler bulunan birkaç yüz araba, parkın etrafını kuşatarak aktif bir zincir gibi birbiri ardınca biteviye dolaşırlardı. Gerçi o tarihte parkın ağaçları henüz pek küçük, ormanlar ise pek seyrekti. Bununla beraber, bahçeleri süsleyen güzel manzaralı ağaç, çiçek ve çimenlerin her çeşidi bol bol mevcuttu. Bunlardan başka, zarif köşkler ve havuzlar seyredenlerin gözlerini okşuyor, burasını bir kat daha güzelleştiriyordu. Dolaşmaktan yorulanların oturup dinlenmeleri için yolların iki tarafına renk renk birçok banklar konmuştu. Bütün bu çekici şeyler, İstanbul’un diğer gezinti yerlerine karşı halkın rağbetini azaltıyor; en uzak semtlerde oturanları bile buraya çekiyordu. Cuma ve pazardan başka günlerde ve bazı mehtaplı gecelerde bu park, nihayetsiz bir insan seliyle dolup dolup boşalıyordu. Hulâsa, daha önce de belirtildiği veçhile, Çamlıca Parkı o devirlerde şimdiki gibi ıssız, sessiz ve hüzünlü değil, bilâkis çok neşeli, çok eğlenceli bir yerdi. Bugünkü ihtiyar ağaçlar vaktiyle birer taze fidandı; en hafif rüzgârla nazlı nazlı sallanarak birbirleriyle öpüşür gibi dudak dudağa gelirler, birbirleriyle sanki gizli bir şeyler fısıldaşırlardı… 3 O senenin haziran ortalarına doğru sıcaklar günden güne şiddetini artırdı. Sıcaklar ziyadeleştikçe park serinleşiyor ve kalabalıklaşıyordu. O sıralarda bir perşembe gecesi çıkan fırtınanın arkasından sabaha kadar devam eden yağmur, havayı temizleyip serinleştirmiş, tozları tamamen bastırmış; dağlara, bağlara da yeni bir tazelik vermişti. Ertesi gün cuma idi. Saat sekiz sularında2 park, o güne değin eşi görülmedik bir kalabalıkla dolmuştu. Ziyaretçilerin birçoğu -kadınlar ayrı, erkekler yine ayrı olarak-üçer beşer gruplar halinde parkın içinde aşağı yukarı geziniyorlar; bir kısmı da yol kenarlarında ve tarhların arasındaki banklara oturarak çalgıcıların, o zamanlar İstanbul’da pek moda olan Belle Helene operasından çaldıkları havaları dinleyerek gezinenleri seyrediyor ve eğleniyorlardı. Bu seyircilerin içinde, tahminen yirmi üç, yirmi dört yaşlarında, toparlak yüzlü, saz benizli, elâ gözlü, siyah saçlı, az bıyıklı, kısaca boylu, gayet şık giyinmiş bir bey görülüyordu. Bulunduğu yer aşağıdaki kapıya yakın ve kapıdan girip çıkanları görmeye gayet elverişliydi. Bir masanın iki yanındaki sandalyeden birisine kendi kurulmuş, ötekine de pardösüsünü güya gelişigüzel atıvermişti. Pardösünün yakasının iç tarafındaki Terzi Mir3 markası, yakından geçenlerin gözlerine derhal çarpıyordu. Masanın üzerinde bir tepsi içinde görülen bira bardağı, hemen bir saatten beri, geldiği gibi dolu durmaktaydı. Bu genç ve şık bey ise oturduğu yerde, sol ayağı üzerine atmış olduğu sağ ayağını müziğin ahengine uygun bir hareketle mütemadiyen oynatıyor, o ayağı pek de küçük olmadığı halde ziyadesiyle zarif, ziyadesiyle biçimli gösteren Heral4 işi parlak rugan iskarpininin sivrice burnuna elindeki bağa saplı ve sapının üstünde M. B. harfleri okunan gümüş markalı bastonu ile durmadan vuruyor, üç beş dakikada bir kere uçları altınlı bir siyah ipek şeride bağlı mineli saatini beyaz yeleğinin cebinden çıkarıp baktıktan sonra sabırsızlık ifade eden bir hareketle yerinden fırlayarak kapı tarafına doğru beş on adım gidiyor, sonra yine sandalyesine dönerek önceki vaziyetini alıyordu. Delikanlının bu haline dikkat edenler, birisini sabırsızlıkla beklediğini derhal anlarlardı. Muhteşem Bihruz Bey, eski vezirlerden rahmetli ……Paşa’nm oğludur. Valilikten valiliğe nakledildiği için on beş sene kadar İstanbul’a hiç ayak basmamış olan babasıyla birlikte o da memleket memleket dolaşmış, bu müddet zarfında hiçbir tahsil görememiş, o yaştaki çocuklara birinci derecede lüzumlu olan bilgiyi on altı yaşma kadar elde edememişti. Nihayet babası son valiliğinden ayrılarak İstanbul’a gelince, küçük beyin bir rüştiyeye5 konulmasına nasılsa yardımcı olundu! Aradan henüz altı ay geçmemişti ki, …… Paşa yine bir vilâyet valiliğine tayin edilerek İstanbul’dan ayrılmak zorunda kaldı. Fakat bu defa Bihruz Bey öğreniminden geri kalmasın diye annesiyle beraber İstanbul’da bırakıldı. İki yıl sonra, Paşa bu son vazifesinden de uzaklaştırılarak İstanbul’a geldiği zaman, küçük beyi ara cümleden, imlâdan, kıraatten biraz imtihan ederek bilgisini kendince yeter derecede buldu. Hiç değilse öğrenimini bitirip bir rüştiye diploması alıncaya kadar okula devam ettirmeye gerek görmedi. Çocuğu kendi arzusu üzerine Babıâli kalemlerinden birisine yerleştirdi. Beyefendi için öğrenilmesi artık vacip olan Fransızca ile ikinci derecede lüzumlu sayılan Arapça ve Farsça öğretmek üzere Bihruz Bey’e ayrı ayrı, maaşlı özel öğretmenler tayin edildi. Bihruz Bey, ilk hevesle beş altı ay kadar kalemdeki vazifesine devam etti. Fransızca bir cümleyi daha doğru dürüst okumayı bile beceremediği halde, kulaktan dolma beş on kelime ile yalan yanlış güya Fransızca konuşuyor; en alafranga genç beylerin tavır, kıyafet, hâl ve hareketlerini bir maymun ustalığıyla taklit etmekte gerçekten büyük başarı gösteriyordu. Bihruz Bey, anasının babasının biricik evlâdı olduğu için zaten pek şımarık büyütülmüştü. Paşanın zenginliği, oğlunun her istediği şeyi kolayca elde edebilmesine elverişli olduğu gibi, gençlik icabı bazı aşırı temayülleri de hiçbir taraftan dizginlenmediği için, BabIâli’deki görevine gidip gelmeyi günden güne seyrekleştirmeye başlamıştı. Kaleme gitmediği günler ise saçlarını kestirmek, terziye elbise ısmarlamak, kunduracıya ölçü vermek gibi hiç eksik olmayan vesilelerle Beyoğlu’nda, ötede beride vakit geçirir; cumaları, pazarları da sabahleyin özel öğretmenleriyle yarımşar saat ders müzakeresinden sonra evden fırlar, o mesire senin, bu mesire benim akşama kadar haylaz haylaz sokakları arşınlar dururdu. Babasıyla birlikte vilâyetlerde bulunduğu günlerde en büyük zevki -sırmalı elbiseler içinde, midilli veya at üstünde- arkasında çifte çifte uşaklarla sokak sokak gezip dolaşmaktan ibaret olan bu cici Bey, İstanbul’a geldikten sonra üç şeye merak sarmıştı Birincisi araba kullanmak, İkincisi alafranga beylerin hepsinden daha şık, daha süslü gezmek, üçüncüsü de Beyoğlu’ndaki tatlısu Frengi berberler, kunduracılar, terziler ve gazinolardaki garsonlarla, başını gözünü yararak, Fransızca konuşmak… Kışları Süleymaniye’deki konaklarında, yazları da Küçük Çam-lıca’daki köşklerinde otururlardı. Kendisi gibi asil geçinenlerin rağbet göstereceği hiçbir gezinti yeri yoktu ki bu küçük Bey, en son modaya uygun giyinmiş olduğu halde, bazen yağız, bazen kır bir çift at koşulu dört tekerlek üzerinde, üstü ve yanları açık, süslü bir peykeden ibaret olan ve seyis oturmaya mahsus yeri arka tarafında bulunan arabasıyla orada boy göstermesin… Kış ortasında, mesela zemheri içinde, bir açık hava görünce, sırtında sadece süse zarar vermemek düşüncesiyle giyilmiş dar ve incecik bir ceket, yine sadece şık görünmek arzusu ile dizlerinin üstünde bir kadife örtü bulunduğu halde Beyoğlu Caddesi’nde, Kâğıthane yollarında araba kullanmak hevesiyle, en şiddetli poyrazın karşısında tiril tiril titreyen Bihruz Bey, yazın da mesela ağustos ortasında, otuz, otuz beş derece sıcak günlerde Çamlıca, Haydarpaşa, Fenerbahçe yollarında yine o hevesle, en kızgın güneşin altında haşım haşım haşlanır, fakat bu işkenceleri kendisi için en büyük zevk sayardı. Bihruz Bey her nereye gitse, her nerede bulunsa maksadı görünmekle beraber etrafı da görmek değil, yalnız ve sadece kendini göstermekti. Nihayet …… Paşa’nm ölümü üzerine bu züppe oğlan birden yirmi sekiz bin liralık bir mirasa konarak hareketlerinde de serbest kalınca büsbütün “ne oldum delisi” oldu. O koca serveti en kısa zamanda silip süpürecek müthiş bir sefahat âlemine daldı. Çünkü annesinin bu çocuk üzerinde öteden beri en küçük bir otoritesi yoktu. Kocasının ölümü ile oğluna ve kendisine kalan büyük servetin iyi bir şekilde idaresi için yakın akrabadan bazılarını işe karıştırmak gibi tedbirlere başvurduysa da iyi bir sonuç elde edemeyeceğini çabuk anladı ve bundan vazgeçmek zorunda kaldı. Üstelik oğlunu da tamamen kendi havasına bırakmak zayıflığını gösterdi. Fazla olarak delikanlıya o bakımdan da sıkıntı çektirmemek düşüncesiyle, evin mutfak masraflarını ve işlerinde alıkoydukları bazı emektar adamların aylıklarını kendi gelirlerinden ödemeye razı oldu. Mirasyedi beyefendinin kendi sefahat masraflarından başka hemen hiçbir masrafı yoktu. Eline her ay yüz elli altın kadar para geçtiği halde yine de sefahatine yetmiyordu. O sıralardaydı ki, beyin Arapça ve Farsça özel öğretmenleri, artık soğuk karşılanmaya başladıkları için birer birer konaktan ayaklarını kestiler. Yalnız Mösyö Piyer adındaki özel Fransızca öğretmeni, beyin nabzına göre şerbet veren kurnaz bir ihtiyar olduğundan, onun eskisi gibi derslere devamına müsaade edildi ve hatta dört altından ibaret aylığı da altı liraya çıkarıldı. Hemen bütün mirasyedilerin düşündüğü gibi Bihruz Bey de babadan kalma serveti yemekle bitmez tükenmez sanıyor, har vurup harman savuruyordu. Sonunu hiç düşünmeksizin uluorta giriştiği ölçüsüz harcamaya önce paralardan başlandı. Para suyunu çekince, İstanbul tarafındaki en az gelir getiren dükkânlar birer birer defedildi. Daha sonra Beyoğlu’ndaki önemli mağazalara sıra geldi. Bunlar da elden çıkarıldı. Gelir namına Galata’da bir han kalmıştı. Nihayet o da okutuldu. Mülk olarak kala kala Süleymaniye’deki konakla Küçük Çamlıca’daki köşkten başka bir şey kalmamıştı. Bu malî çöküntüye rağmen Bihruz Bey, dalmış olduğu sefahat bataklığında arabasıyla, debdebesiyle ve etrafını saran dalkavuklarıyla yuvarlanıp gitmekte hâlâ devam ediyordu. Çünkü annesinin renk renk kadife mahfazalar içinde çekmeceleri süsleyen mücevherlerine henüz el sürülmemiş, yine valide hanımın şahsına ait diğer beş on parça emlâkine henüz dokunulmamıştı. 5 Çamlıca Parkı’mn açılacağını herkesten önce haber alan Bihruz Bey, daha mart başlarında annesini zorlaya zorlaya sayfiyeye taşınmaya razı etmiş, Küçük Çamlıca’daki köşke taşındıklarının ertesi günü hemen Jarden Poblik’e umumî bahçe, park koşarak içini, dışını alıcı gözüyle incelemiş ve burasının pek alamod modaya göre, son moda ve bilhassa şıklığını, alafrangalığını en kör gözlere bile göstermeye pek favorabl elverişli, uygun bir promönad gezinti yeri olabileceğini anlayınca ekipajmı araba takımı biraz daha süslemek için, Beyoğlu’nda tedarik ettiği bazı vasıtalarla Bender Fabrikası6 üretiminden gayet hafif ve zarif bir araba ile mevcut atlarından ikişer parmak daha boylu bir çift talimli Macar araba hayvanı ısmarlamıştı. Araba ile hayvanlar, parkın açılışından iki hafta sonra gelip yetişti. Bihruz Bey de hemen o haftadan itibaren her cuma ve pazar günü parkta boy göstermeye başladı. Araba gerçekten o senenin moda rengi olan gayet açık tatlı sarıya boyanmıştı. İki yanında büyük, süslü ve yaldızlı harflerle markası okunuyordu. Tekerleklerinin çubukları incecik, fakat kendisi fazlasıyla yüksek, zarif, göz alıcı ve halk deyimiyle kız gibi bir şeydi. Macar atlarının en güzellerinden olan kır hayvanlara gelince; Bunların da gerek boyları, gerekse renkleri arabaya son derece uygun olduğu gibi koşum takımı da tabii ki en iyisindendi. Mevsimin modasına göre bazen koyu, bazen açık renkte gayet dar elbisesi, bal rengi eldivenleri, ufarak fesiyle yan taraftan yüzünün yarısı frenk gömleğinin dimdik duran yüksek yakasıyla örtülmüş, bileklerinden aşağı ellerinin yarısından fazlası yine o gömleğin enli ve kolalı manşetleri içinde saklanmış olduğu halde, Bihruz Bey arabanın daima seyis yerinde bulunarak hayvanların terbiyesini tutar; parlak düğmeli lâcivert ceketi, malta renginde açık ve dar pantolonu, diz kapaklarına kadar çıkan uzun konçlarının yukarıdan tersine kıvrılmış tarafı beyaz, oradan aşağısı siyah çizmeleriyle kurum kurum kurulur; beyinkinden daha açık kırmızı büyücek fesiyle seyis de kendine mahsus yerde oturur, beyefendinin hareketlerine dikkat ederdi. Bunun için Bihruz Bey’in ekipajı -yukarıda tarif edildiği gibi-birbiri ardı sıra parkın etrafını biteviye dolaşan hareketli zincirin birinci övünç halkası sayılmaya lâyıktı.
Araba Sevdası Kitabını Satın Alınırken Dikkat Edilmesi Gerekenler Nedir?Araba Sevdası romanı şair, yazar, gazeteci ve öğretim görevlisi olan Recaizade Mahmut Ekrem tarafından kaleme alınmış bir kitaptır. Eser, Türk edebiyatının ilk realist romanı olarak kabul edilmektedir. İlk kez 1896 yılında Servet-i Fünun dergisinde resimli olarak tefrika edilen roman 1897 yılında kitap haline getirilmiştir. Eser kaleme alındığı dönemin alafranga, gösteriş meraklısı, cahil ve gülünç bir genci olan Bihruz Bey’in hayatını ele almaktadır. Eser, Bihruz Bey üzerinden yanlış Batılılaşmayı Mahmut Ekrem Mart 1847- 31 Ocak 1914, edebiyatta “üstat” olarak anılan ve birçok edebi türde eserler kaleme almış olan bir yazardır. 19. yüzyıl Osmanlı dönemi Türk edebiyatının önde gelen isimlerinden olan Recaizade Mahmut Ekrem, Türk edebiyatının yenileşme hareketinin başlıca Sevdası Kitabının Fiyatı Nedir ve Nasıl Belirlenir?Araba Sevdası kitabının fiyat aralığı 5 TL ve özel baskılar dahil 25 TL arasında değişmektedir. Araba Sevdası kitabının fiyatını belirleyen faktörler aşağıda listelenmiştirYayıncının büyüklüğüKitabın amaçlandığı pazarYayın tarihiKitaplarda kullanılacak olan malzemelerYazar, illüstratör veya yazar-ressamın şöhretiKitabın pazarlanmasıKitabın sayfa Sevdası Kitabının Yazarı Kimdir?Araba Sevdası kitabının yazarı Recaizade Mahmut Ekrem’dir. Recaizade Mahmut Ekrem, 1 Mart 1847 yılında İstanbul Vaniköy’de aydın ve refah seviyesi yüksek bir ailede dünyaya gelmiştir. Şair, tiyatro yazarı, romancı, gazeteci ve öğretim görevlisidir. Babası Mehmed Şâkir Recâi Efendi, "Encümen-i Daniş ve Meclis-i Umumiye azası, Takvimhane nazırı Takvim-i Vekayı ve Matbaa-i Amire Müdürü, muharir ve alim" bir kişidir. Annesi Adviye Hanım da soyu Timurtaş Paşa’ya dayanan bir aileye mensuptur. Geniş bilgi birikimine sahip olan babasından çocuk yaşta Arapça ve Farsça öğrenmiştir. Bir dönem Beyazıt Rüşdiyesi’nde eğitim gören Recaizade Mahmut Ekrem, bu okulun ardından Mekteb-i İrfân’a gitmiştir. 1858’de Mekteb-i İdadî-i Harbiye’ye kaydolan yazar okulun ikinci sınıfında hastalanmış ve bu nedenle de okuldan ayrılmıştır. 1862 yılında edebiyata ilgisi ve okuldan ayrılması nedeniyle Hariciye Mektûbî Kalemi’nde çalışmaya başlamıştır. Hayatının bu döneminde hem Leskofçalı Galib ve Hersekli Ârif Hikmet gibi eski şiir anlayışını devam ettiren şairleri hem de Nâmık Kemal ve Âyetullah Bey gibi yenilikçi yazarları tanıma fırsatı yakalayan Recaizade Mahmut Ekrem bu sayede şiire eskiyi taklit ile başlamış olsa da Batı şiirine de yönelmiştir. Yine bu dönemde öğrendiği Fransızca sayesinde Fransız dilinden tercümeler de yapmaya Mahmut Ekrem’in yazılarını yayımladığı ilk gazeteler Tasvîr-i Efkâr, Terakkî, Hakayıku’l-vekayi ve Hazîne-i Evrâk gibi gazetelerdir. 1866 yılında Maliye Esham Kalemi’ne, üç ay sonra da Tahrîr-i Emlâk Kalemi’ne geçen yazar, Namık Kemal’in Ziya Bey ile Fransa’ya kaçmasından sonra Namık Kemal’in yerine Tasvîr-i Efkâr’ın sorumluluğunu üstleniştir. 1868 yılında ise amcasının kızı Güzide Hanım ile evlenmiştir. 1866 yılında Vergi İdare-i Umumiyesi Kalemi ve ardından Esham Muhasebesi Mühimme Odası’ndada görev almış, ardından 1872 yılında Şura-yı Devlet aza muavinliğine tayin edilmiştir. 1870 yılında "Afife Anjelik" isimli ilk piyes denemesini yayımlayan Recaizade Mahmut Ekrem, 1871 yılında ilk şiir denemesi olan "Nağme-i Seher" isimli eserini bastırmıştır. 1873 yılında da "Yadigâr-ı Şebab" isimli şiir kitabını yayımlamıştır. 1877 yılında Şura-yı Devlet azalığına tayin edilen yazar bu görevinden sonra da Temyiz Mahkemesi üyeliği ve Tanzimat Dairesi reisliği görevlerinde bulunmuştur. 1878-1887 yılları arasında ise Mekteb-i Sultanî ve Mekteb-i Mülkiye’de edebiyat hocalık yapmıştır. Recaizade Mahmut Ekrem, buradaki ders notlarını da "Tâlim-i Edebiyat " adı ile yayımlamıştır. Bu eser edebiyat çevrelerinde büyük bir etkiye yol açmış ve şahsına birçok eleştiri yapılmasına neden olmuştur. Ayrıca “üstat” olarak anılmasını sağlayan eseri de bu kitaptır. Edebiyat hocalığı yaptı yıllarda Namık Kemal ve Abdulhak Hamid ile mektuplaşmıştır. Bu mektuplaşmalar sanat hayatının yönünü belirlemesinde etkili yıllarında Zemzeme eserlerini ve mukaddimeleri, 1886 yılında da Takdir-i Elhân’ı yayımlamıştır. Bu eserleri Muallim Naci tarafından "Demdeme" başlığı taşıyan bir yazı ile eleştirmiştir. Bu eleştiri bir eskilik-yenilik tartışmasını doğurmuş ve edebiyat çevrelerince çokça tartışılan ve hükümet müdahalesini gerektirecek bir konu haline gelmiştir. Recaizade Mahmut Ekrem hem bu tartışmalar hem ilk çocuğu Piraye’nin doğum esnasında ölmesinden hem de dünyaya gelen ikinci çocuğu Emced’in uzun süre yatalak kalmasından dolayı oldukça karamsar bir ruh haline bürünmüştür. Üstat Recaizade Mahmut Ekrem’i bu dönemde hayata bağlayan tek şey oğlu Nijad Ekrem’in yılında Fransızcadan tercüme ettiği şiir ve düzyazıları "Nâçiz" başlığı ile yayımlamıştır. Bu eserinin ardından da Kudemâdan Birkaç Şâir, Tefekkür, Muhsin Bey yahut Şairliğin Hazin Bir Neticesi, Saime ve Şemsa eserlerini yılında resmi bir görev için Trablusgarp’a gönderilmesi bu sıkıntılı günlerinden uzaklaşması için bir fırsat olmuştur. Trablusgarp’tan dönüşünde sıkıntılarından tamamen kurtulmak için Avrupa’ya kaçmaya niyet etmiş olsa da Malta konsolosu tarafından İstanbul’a gönderilmiş, hava değişimi için bir süreliğine Büyükada’ya yerleşmesi uygun yılında manzum ve mensur parçalardan oluşan Pejmürde isimli eserini yayımlamıştır. Malûmât gazetesinin sahibi Baba Tâhir’le aralarında çıkan kafiye tartışmasının ardından Recaizade Mahmut Ekrem, öğrencisi Ahmet İhsan’dan yayımladığı Servet-i Fünun dergisini yeni bir edebiyat anlayışını savunmakta olan gençler için açmasını istemiştir. Bu istek üzerine 1896 yılında Edebiyat-ı Cedide kurulmuştur. Edebiyat-ı Cedide mensupları Cenap Şehabettin, Halit Ziya, Hüseyin Cahit ve Tevfik Fikret gibi isimlerdir. Edebiyat-ı Cedide’nin kurulduğu yıl kendisine asıl şöhretini kazandıran "Araba Sevdası" isimli romanını da Servet-i Fünun dergisinde tefrika Fünun topluluğunun beş yıl sonra dağılması, oğlu Nijad Ekrem’in ölümü gibi sebepler yazar Recaizade Mahmut Ekrem’i yeniden içine kapandığı sıkıntılı günler yaşamasına neden olmuştur. Bu dönemde Büyükdere’deki evine sığınmıştır. Oğlu Nejad’a dair yazılarını "Nijad-Ekrem" adı ile yayımlamıştır. 1908 yılında ilanıyla Kâmil Paşa hükümetinde Evkaf ve Maarif nâzırlıklığı görevine getirilmiştir. Fakat bu görevi kabul etmemiştir. Böbrek rahatsızlığı iyice artan Recaizade Mahmut Ekrem 31 Ocak 1914 tarihinde 66 yaşında iken hayata veda etmiştir. Mezarı ise çok sevdiği oğlu Nijad Ekrem’in Anadoluhisarı Küçüksu Mezarlığı’ndaki kabrinin yanındadır. Recaizade Mahmut Ekrem, yazar Ercüment Ekrem Talu’nun da Hamdi Tanpınar, Recaizade Mahmut Ekrem hakkında “Ekrem Bey, hissi ve acıklı şeylerden hoşlanan ve hususi hayatın her safhasını nazım diline geçirmeyi seven bir şairdir. İlhamı küçük ve şairane şeylerden hoşlanırdı. Kelebek, ariyet alınmış kitap içinde bulunmuş çiçek, yaprak, yatağında kitap okuyan kadın ve kuzu otlatan kız, onun için uzun manzumelerin ilham kaynağı olabiliyordu… Bugün Ekrem Bey’in eserine hayranlık duymak güçtür. Türkçenin bir buhran devrinde yazılan bu manzumeler, hikayeler, tenkitler, fikir ve sanat hayatımızın sadece uzak merhaleleridir. Fakat devrinde çok sevilmiş, çok beğenilmiş, hatta bir nevi hassasiyetin n?zımı olmuştur. Ayrıca edebiyat meselelerinde zevk hakemi tanınmıştı. Hamid ve Sezai Beyler, “Diyorlar ki”de ondan kendilerine ufuk açmış bir insan olarak bahsederler. Servet-i Fünun zümresinin bir araya gelip edebi bir mektep halinde teşekkülünde amil olan Ekrem’i bütün gençler mürşit tanımışlar ve kendisine Üstad-ı Ekrem unvanını vermişlerdir.” sözlerini Sevdası Kitabının Sayfa Sayısı Kaçtır?Araba Sevdası kitabı 264 sayfadan oluşmaktadır. Yayınevine ve özel baskısına göre sayfa sayısında değişiklikler Sevdası Kitabının Türü Nedir?Araba Sevdası kitabının türü realist romandır. Realist romanlar, olayları, insanları ve toplumları gerçekçi bir biçimde ele alan romanlardır. Gözlem ve araştırma esasına dayanmaktadırlar. Realist akımdan etkilenmiş olan üç adet roman örneği aşağıda ile KaraMai ve SiyahSavaş ve Barış’ Sevdası Kitabının Konusu Nedir?Recaizade Mahmut Ekrem, "Araba Sevdası" isimli eserinde, Fransız kültürüne hayran olan ve yanlış Batılılaşma tipinin tüm özelliklerini üzerinde taşıyan Bihruz Bey’in hayatını konu almaktadır. Başkahramanı Bihruz aracılığıyla romantizm akımıyla da alay eden eserde olay son derece azdır. Kitapta realist akımın etkisiyle dış mekan ve kıyafet tasvirlerine geniş yer verilmiştir. Eser bir sosyal tenkit Hamdi Tanpınar, Recaizade Mahmut Ekrem ile ilgili yazdığı makalede eseri “Bir örf ve ?det romanı olarak, dikkate değer. Yazık ki Ekrem Bey bu kitabı yazıldığı zamanda neşretmemiştir 1889. Kitabın Serveti-i Fünun’un kendi manevi nüfuzu altında, onu baş tanıyan gençler tarafından çıkarıldığı senelerde1896, bu mecmuada neşre başladığı zaman ise, Türk romanı mühim bir merhale kaydetmiş bulunuyordu. Tabii zamanda hiç ehemmiyetli olmayan yedi senelik bir gecikme, hazır ve bol örnekler karşısında, tekamülün o kadar çabuk olduğu, beşer senelik farkla yetişenlerin dili birbirinden başka türlü kullandıkları bu hızlı taklit ve yetişme devrinde, Araba Sevdası’nı adeta yalnız muharriri için ehemmiyetli bir vesika haline getirmiştir… Ekrem Bey kitabında en yapamayacağı şeyi yapmağa kalkmış, ona hiciv ve mizah çeşnisi vermek istemiş ve üslubunu bu yüzden ağırlaştırmıştır. Bu yapmacıkların dışında Araba Sevdası’ daima dikkate değer bir eserdir.” sözleriyle Sevdası Ana Karakterleri Kimlerdir?Araba Sevdası romanının karakterleri aşağıda Bey Kitabın ana karakteridir. Yirmili yaşlarının başında olan Bihruz Bey, kısa boylu ve güzel giyimli bir gençtir. Batı özentisi ve züppe tavırları ile kişilik bakımından zayıflıkları vardır. Batı özentisi olduğu için konuşurken sürekli Fransızca kelimeler kullanmaktadır. Zenginliği babasından kaldığı için paranın değerini bilmemekte, savurganlık yapmaktadır. Gösteriş yapmaktan oldukça fazla hoşlanan Bihruz Bey’in başından geçen olaylar kitabın konusunu Bey Bihruz Bey’in daireden arkadaşıdır ve sürekli olarak yalan söyleyen ve bu yalanlarla Bihruz Bey’i kandıran bir Bihruz Bey’in yapmış olduğu gezi sırasında görüp aşık olduğu kadındır. Eşinden ayrılmış ve annesiyle birlikte yaşayan Periveş ahlaksız bir Piyer Bihruz Bey’in Fransızca öğretmenidir ve altmış beş yaşlarındadır. Menfaatçi bir karaktere Bey’in annesi Oğlunu şımarık yetiştiren fakat davranışlarını onaylamayan bir kadındır. Davranışlarını onaylamasa bile oğluna söz Efendi Doğu ve Batı edebiyatları hakkında bilgi sahibi bir kişidir ve Bihruz Bey ile aynı dairede çalışmaktadır. "Ayaklı kütüphane" olarak Sevdası Kitabı Kimler için Uygundur?Araba Sevdası kitabı tüm edebiyatseverler için uygundur. Araba Sevdası kitabını okuyabilecek yaş grupları aşağıda yaş arası20-30 yaş arası30-40 yaş arası40-50 yaş arası50-60 yaş arası60-70 yaş Sevdası Kitapları Kişisel Gelişime Nasıl Katkı Sağlar?Araba Sevdası romanını okumak dönemin edebiyat anlayışına hakim olma ve Türk edebiyatında Batılı tarzda yaşamaya çalışan özenti tiplerin nasıl ele alındığına dair fikir sahibi olma konusunda katkı sağlamaktadır. Araba Sevdası kitabının kişisel gelişime katkıları aşağıda Sevdası kitabı hafızayı Sevdası kitabı hayal gücünün gelişmesine katkı Sevdası kitabı yaşanan maceralar okurların empati kurma kabiliyetini Sevdası kitabı analitik düşünme kabiliyetini geliştirirAraba Sevdası Kitabı için Kapak Fotoğrafı Nasıl Çizilir?Bilgilenme ve kültürel gelişme aracı olan kitap, günümüz iletişim ve bilgi çağında hem görsel hem içerik alanı içinde sayfa düzeni, kapak tasarımı ile bir sanat yapıtı ve yazar ile okur arasında ilk iletişimi sağlayan kaynaktır. Kitap kapağı, içeriğindeki mesajı görsel iletişim yoluyla hedef kitleye duyurma işlevini, estetik nitelikleriyle birlikte, resim ve yazıyı birbirini tamamlayan bir düzenleme içinde önem arz etmektedir. Kitap kapağı, yazar ile okur arasındaki mühim bir köprüdür. Kapak fotoğrafları aynı zamanda içerikteki espriyi, konunun anlamını ve dinamizmini görsel açıdan güzel bir görünüm içinde yansıtmalıdır. Çünkü kitap tüketiciye yani okura sunulmak üzere, kapağıyla paketlenmiş bir nesne durumundadır. Kitap kapağı ile kendisinin reklamını yapar ve kitap ile okuyucunun arasında bağ kurmasını grafik tasarım içinde önemli bir yere sahiptir. İllüstrasyon bilgiyi bazen tasvir etmek, bazen yorumlamak bazen de belgelemek için kullanılmaktadır. Kitap kapağı illüstrasyonları yayın illüstrasyonlarına girer. Yayın illüstrasyonları; gazete, dergi, kitap ve ansiklopedilerdeki makale, haber, öykü, roman, şiir ve açıklamalara eşlik eder. Yayın sektöründe çalışan bir illüstratör, üzerinde çalışacağı metnin içeriği hakkında bilgi ve görüş sahibi olmalı, metindeki mesaj ve duyguyu resim diline aktarabilmelidir. Yayın illüstrasyonu içinde en rahat ve esnek çalışabilecek alan çocuk öykü kitaplarıdır. İllüstratör, metne estetik ve fantastik destek vermek için kendi yorumunu katabilir. Milli Eğitim Bakanlığı 1984 kitabı için kapak fotoğrafının çizilme aşamaları aşağıda hazırlama Eskiz hazırlamak kitap kapak fotoğrafı için ön çalışma kullanılacak resmin konusuna karar yüzey üzerinde kullanılacak alan okuyucu kitlesine göre kitabın içeriği ile uygun olması kontrol teknikleri ile çalışma Sevdası Kitabı için Kullanılan Malzemeler Nelerdir?Araba Sevdası kitabı için kullanılan malzemeler ve bu malzemeler kullanılırken dikkat edilmesi gerekenler aşağıda cilt, birbirine bağlı yaprak kümesidir. Her kitap bir cilttir ve ciltlere sağlam, dayanıklı olmalı ve sayfalar kalın, temizlenebilir, kullanışlı resimleri kitabın konusuyla ilgili, canlı ve çekici kâğıdı olabildiğince sağlam ve en az ikinci hamurdan olmalıdır. Mat renkli kâğıda öncelik Sevdası Benzeri Roman Türündeki Diğer Eserler Nelerdir?Araba Sevdası benzeri eserler aşağıda MarnerMiddlemarchYaşama SevinciGerminalSuçluyorumHayvanlaşan İnsanNanaRenateÖlümden AcıAy Işığıİnsanlık Suçu 1SergüzeştKüçük ŞeylerEylülGenç Kız KalbiDumanBabalar ve OğullarSodom ve GomoreFatih HarbiyeSinekli BakkalHuzurAvda TrajediNesl-i AhirEfendilik SavaşıRecaizade Mahmut Ekrem Benzeri Diğer Yazarlar Kimlerdir? Recaizade Mahmut Ekrem benzeri yazarlar aşağıda EliotEmile ZolaNamık KemalAbdülhak Hamid TarhanSamipaşazade SezaiMehmet RaufŞemseddin SamiTheodor StormGuy de MaupassantTheodore DreiserIvan Sergeyeviç TurgenyevYakup Kadri KaraosmanoğluPeyami SafaHalide Edib AdıvarAhmet Hamdi TanpınarHalit Ziya UşaklıgilAnton Pavloviç ÇehovFakir Baykurt
ARABA SEVDASI ÖZET Romanın YazarıRecaizâde Mahmut EKREM Romanın Basım Yeri ve Yılıİstanbul 1967 Başlıca Kahramanlar 1Bihruz BeyYirmiüç yirmidört tarzı ve davranışlarıyla tam bir hayranı... 2Bihruz’un annesiSaf,temiz ve cahil bir kadın. 3PeriveşSarışın,güzel ve kibar görünüşlü bir sokak kadını. 4Keşfi BeyBihruz’un kalemden ve dalkavukluğu alışkanlık haline getirmiş bir insan. Bir paşanın hızlı büyütülmüş oğlu olan Bihruz Bey,babası Anadolu’da valiliklerde bulunduğu için iyi bir tahsil ve terbiye görmemiş,yirmidört yaşında bir hocalardan Fransızca dersi almış fakat onu da ölünce annesi ile birlikte kendisine yirmisekiz bin liralık bir miras zamana göre büyük bir servet olan bu parayı yemekle bitiremeyeceğini Çamlıca’da,kışın ise Süleymaniye’de bütün merakı pek zarif faytonuyla gezinti yerlerinde dolaşıp kendini göstermek,herkesten daha şık giyinmeye çalışmak,Türkçe cümleler arsında Fransızca kelimeler kullanmak,berber,kunduracı,terzi ve garson gibi halk tabakasından insanlarla, özellikle Fransızca bilmeyenlerle Fransızca batılı olduğunu, batılılaştığını göstermek olduğu kaleme ise arada sırada uğrar. Bir gün arabasıyla Çamlıca`da dolaşırken,güzel bir arabada çok güzel bir kadına anda ona aşık çiçekler verir,ertesi hafta arabasına bir mektup o günden sonra kadını bir daha çok yüksek bir aileden veya Parisli,araba,konak ve uşak sahibi bir kadın yığın hayale bu,Periveş adlı kötü bir kadındır. Bihruz Bey’in Kalem’den Keşfi Bey adında bir arkadaşı ile ünlü olan Keşfi Bey,kızdan haber alamadığı için çok üzülen Bihruz’a Periveş’in öldüğünü büyük bir acıya düşer,yemeden içmeden ve annesini ihmal etmeye mezarının nerede olduğunu bile arada artık serveti de tükenmeye başlar. Bir ramazan akşamı Şehzadebaşı’nda dolaşırken,Periveş’e çok benzeyen bir kıza tesadüf sevgilisinin kızkardeşi sanarak yanına gider,Periveş’in mezarını alaylı kahkahaları arasında karşısındakinin Periveş olduğunu Periveş öyle sandığı gibi yüksek bir aileden değil,aksine bir sokak beri Periveş kadar ilgisini çekmiş olan faytonda onun ikinci bir hayal kırıklığına yanındaki Çengi hanımın hakaretleri ve gülüşmeleri arasında oradan uzaklaşır. DEĞERLENDİRME Araba sevdası,İntibah romanından aşşağı yukarı on sene sonra yazılmasına rağmen büyük benzerlikler baş kahramanlar tahsil,terbiye ve mizaç yönünden tam her iki romanında kuruluşu,olayların sosyal hayatla ilişkileri tam bir benzerlik Bey ve Bihruz aynı sosyal sınıfa kadın üçkeni kendini her iki romanda da roman arasındaki fark ise yazarların farklı bakış açıları olmuştur. Romanın ilk bakılışta olaylar Bihruz’un istediği gibi gelişmektedir fakat romanda büyük ölçüde Bihruz’u tenkit bir yönüyle saf ve cahil,diğer yanıyla çok bilmiş göstererek sağlam bir tezat içinde ele almıştır. Romanda milli değerlere bağlılık açıkça söylenmemiş veya bir tip olarak şuursuz batı hayranlığı ve kozmapolitanlık bir ’karşı taraf’’olarak yerilmiştir. Zaman fikri Recaizâde’de hadisenin gününü,saatini büyük bir itina ile belirtir. Romanın başından sonuna kadar,hadiseler monoton bir seviyede seyreder. Romanın ele aldığı terbiye noksanlığı,batıcılık,çalışmadan ve bir meslek sahibi olmadan yaşamak gibi sosyal meseleler halen canlılığını diğer bir güzel yanı ise tarih açısından günün eğlence,iş,aile hayatı hakkında bilgi vermesi,bazı değerleri ortaya koymaktadır.
recaizade mahmut ekrem araba sevdası özet